Efsaneler

Cemşid ü Hurşid

İlk kez, asıl adı Cemaleddin Muhammed olan ve 1309–1376 arasında yaşayan İranlı yazar Selman Saveci tarafından 1361’de kaleme alınan Cemşid ü Hurşid, Doğu yazınlarında mesnevilere konu olmuş bir aşk hikâyesidir.

Mesnevi ve hamse geleneğinin tesiri altında bilhassa İran ve Türk yazınlarında sık sık işlenmiştir. Bu hikâye, Selman Savacı tarafından ünlü İranlı yazar Firdevsî’nin Şehname’sinden, İran’ın ünlü hamse yazarı Genceli Nizamî’nin Hüsrev ü Şirin’inden, Şeyhoğlu Mustafa’nın Hurşid ü Ferahşad’ından ve daha başka bazı mesnevilerden alınan motifler birleştirilerek düzenlenmiştir. Yukarıda sözü edilen mesneviler yapı açısından Cemşid ü Hurşid’le benzerlik gösterseler de konu açısından farklılık arz ederler.

Yaklaşık 2700 beyitten oluşan mesnevinin konusu özetle şöyledir:

Cömertliği, adaleti, sayısız hazine ve askerleriyle bütün cihana ün salan Çin fağfurunun biricik oğlu olan Cemşid, yakışıklı, eli açık, ilim sahibi bir delikanlıdır. Savaş maharetleriyle yetiştirilmiş. İçkiyi ve içki âlemlerini seven, aşka önem veren Cemşid, lütuf ve ihsanda bulunmaktan üne kavuşmuş biridir. Günün birinde bir içki meclisinde içtiği içkinin etkisiyle bahçede çiçeklerin arasında uyuya kalır. Rüyasında eşi menendi bulunmayan bir bahçe içindeki kasrda yaşayan dünya güzeli bir kız görür. Tam o sırada içine bir aşk ateşi düşen Cemşid, o heyecanla uyanır. Ama rüyasında gördüğü o kızı, bir daha görmesi mümkün değil. Kadehlerin tokuştuğu içki meclisinde aşk ateşiyle yanıp kıvranan Cemşid, tenha bir köşeye çekilerek orada feryadı figan etmeye başlar. Babası, durumdan haberdar edilir.

Bu duruma çok üzülen fağfur, hemen eşi Hümayun Hatun’a giderek oğlunun içine düştüğü durumdan onu da bilgilendirir. Oğlunun aşk derdine düçar olduğunu söyleyen eşiyle aynı düşünceyi paylaşan fağfur, oğlunun yüreğine aşk ateşi düşüren o kızı bulmak amacıyla ülkesindeki güzellerin tamamını sarayda toplatır. Oğluna, birbirinden güzel yüzlerce kızın arasından içine aşk ateşi düşüren o güzelin hangisi olduğunu sorar. Babasına rüyasını anlatan Cemşid, kendisine âşık olduğu kızın, bunların arasında olmadığını söyler. Fağfur, oğlunun düçar olduğu aşktan aklını yitirip divane olmasından korkar.

Cemşid, günün birinde; tüccarlık yaptığı için Hıtay’ı, Hindistan’ı, Rum’u, Hicaz’ı, Yemen’i, Mısır’ı, Şam’ı gezen, oralar hakkında bilgi sahibi olan ve gittiği yerlerdeki güzellerin resimlerini yapıp saklayan bilge adam nakkaş Mihrâb’a çaresiz derdinden yakınarak ondan kendisine yardımcı olmasını ister. Mihrâb, kendisinden övgüyle söz ettiği Rum Kayser’in dünyalar güzeli kızı Hurşid’in resmini Cemşid’e gösterir. Mihrâb’ın resmini gösterdiği dünyalar güzeli kızın, rüyasında gördüğü kızla aynı olduğunu gören Cemşid, biraz rahatlamaya başlar.

Sonra Mihrâb’dan, Rum Kayser’in ülkesine gideceğini bu konuda kendisine yardımcı olmasını ister. Öneriyi olumlu karşılayan nakkaş Mihrâb, önce durumun fagfura bildirilmesi ve ondan izin alınması gerektiğini söyler. Ayrıca kimse tanımasın diye tacir kılığına bürünerek yollarda satmak üzere yanlarına değerli taşlar, kumaşlar alınması gerektiğini de söyler. Fagfur, durum hakkında bilgilendirilir. Fağfur, başlangıçta buna karşı çıkarsa da neticede onay vermek zorunda kalır. Mihrâb’ın önerilerine uygun bir şekilde yol hazırlıklarına başlanır. Yanlarına değerli mücevherat ve kendilerini koruyabilecek bin kadar yetenekli ve savaşçı genç alan şehzade Cemşid ile nakkaş Mihrâb, Rum diyarına gitmek üzere yola çıkarlar.

Yola çıktıktan bir zaman sonra bir yol ayrımına gelirler. Burada Rum diyarına giden iki yol çıkar önlerine. Yollardan biri güvenli ama bir yıl sürmektedir. İkincisi üç ay sürer ama tehlikelerle doludur. Nakkaş Mihrâb, her ne kadar tehlikeli yoldan gitmemesi konusunda Cemşid’i uyarırsa da kısa sürede Rum’a varma sevdasında olan Cemşid, bu iki yoldan kısa ama tehlikelerle dolu olanı seçer ve atının yönünü tehlikelerle dolu yola çevirir ve doludizgin yol almaya başlar.

Bir zaman sonra rüzgârı misk, toprağı amber kokan, taşı la’l, suyu Abı Kevser olan bir yere varırlar. Çevresinde perilerin uçuştuğu, harikulade manzaralı olan burası cinli sarayıdır. Şehzade Cemşid, eşsiz güzellikteki bu yerde bir içki meclisi kurulmasını emreder. Buradaki periler tarafından, Şehzade Cemşid’in içki meclisinden haberdar edilen periler sultanı Hûrzad, oturduğu tahtından gördüğü Cemşid’in güzelliğine hayran kalır. Cemşid’i, sarayına davet eder. Cemşid, Nâzpervend adındaki peri aracılığıyla kendisini sarayına davet eden sultan Hûrzad’ın davetini kabul eder. Davetine icabet eden Cemşid’i çok beğenen Hûrzad tahtında onunla birlikte olur.

Ardından  da, onunla evlenmek istediğini ister. Cemşid’in bu yolculuğa çıkış nedenini merak eden Hûrzad, gerçeği öğrenince bundan sonra gerçekleştireceği yolculuğun tehlikelerinden söz ederek onu vazgeçirmeye çalışır. Onu bu kararından vazgeçiremeyeceğini anlayan Hûrzad, Cemşid’le dost olma yolunu seçer. Şehzadeyi bundan sonraki yolculuğunda başına gelebilecek tehlikelerden korumak isteyen Hûrzad, Cemşid’e iki gevher ile saçından üç tel verir.

Ertesi günün sabahında yola çıkan Cemşid ve kafilesi, Süfeylâ denilen bir dağa gelirler. Burası ejderhaların ülkesidir. Mihrâb, ‘buradan biz değil, Simurg’un dahi geçmesi mümkün değil’ der. Tam bu sırada bir ejderha çıkar karşılarına. Kılıcıyla, karşısına çıkan ejderhayı öldürdükten sonra yoluna devam eder. Uzun bir yolculuktan sonra bu kez de burçları çelikten bir kent çıkar, karşısına. Burası da devler sultanının mekânıdır. Burada da Mihrâb’ın uyarılarına kulak tıkayarak yola devam eden Cemşid, kulağı eşekkulağına, ayakları öküz ayağına, başı kaplan başına, burnu fil burnuna, başı boydan boya domuz tüyüyle kaplı olan bir devle karşılaşır. Askerlerine, saldırıya hazır emri veren Cemşid’i gören devlerden biri, öteki devlerden yardım ister. Bunun üzerine her biri kükreyen bir aslana binip askerlerin içine dalmak isteyen devler tarafından mancınıklarla taşa tutulan Cemşid, kılıcıyla ayağından yaralayarak yere yıktığı devin başını gövdesinden ayırır. Devlerle amansız savaşın sürdüğü Süfeylâ Dağı civarında devam eden altı günlük yolculuğun ardından Rum diyarı kıyılarına ulaşılır.

İki gün kaldıkları dağlık ve bahçeli olan bu yerdeki manastırda karşılaştıkları yaşlı bir ruhban ile sohbet ederler. Ona, dünyanın gidişatına ilişkin sorular sorup yanıtlar alırlar. Sonra temin edilen gemilerle denize açılır. Ancak o gece çıkan fırtına nedeniyle oluşan dev dalgaların taşlara çaldığı gemi, parça parça olur. Eline geçen bir tahta parçasıyla yaşama tutunmaya çalışan Cemşid’in imdadına koşan olmaz. Arkadaşlarını kaybeder. Denizde üç gün yaşam savaşı verir.

Dördüncü gün çok güzel bir adaya çıkar. Tamamen meyve ağaçlarıyla kaplı olan bu adada çaresizlik içinde tek başına kalır. Sevgilisine kavuşamadan öleceği endişesine kapılan şehzadenin aklına, periler sultanı Hûrzad tarafından kendisine verilen saç telleri gelir. Onlardan birini kılıcıyla yakar. Hemen o anda Nâzpervend peyda olur yanında. Rüzgâr ayaklı bir atla uçarak denizi geçtikten sonra Rum’a gelirler. Orada periden ayrılan şehzade, sevgilisini aramak için iki günlük bir yolculuk gerçekleştirir. Bu yolculuk sırasında ayaklarının tabanı kabarır. Yürümekte olduğu yol, onu uzaktan görünen bir kente götürür. Orada, fırtınada parçalanan gemiden kurtularak kendisinden önce buraya gelen nakkaş Mihrâb ve öteki arkadaşlarıyla karşılaşır. Sarılıp hasret giderirler. İki hafta boyunca içki meclisleri kurup eğlendikleri bu kentten, üçüncü hafta ayrılırlar. Nihayet Rum Kayser’in bulunduğu kente gelirler. Burada tüccar kılığına girerek yanlarında getirdikleri malları satmaya başlarlar. Onlara karşı büyük ilgi gösteren kent halkı, bu durum hakkında Rum Kayser’i bilgilendirirler.

Mallarıyla birlikte görmek isteyen Rum Kayser, onları sarayına davet eder. Davete icabet ederek değerli ve eşi menendi bulunmayan mallarını yanlarına alarak huzura çıkan Cemşid, Kayser’e karşı hürmette kusur etmemeye özen gösterir. Cemşid’i daha iyi tanımak isteyen Rum Kayser, bir içki meclisi düzenler. İçki meclisi sonrasında evine dönen Cemşid, ertesi gün, uğruna bunca zorluklara katlandığı sevgilisini görmek ister. Bunun üzerine saraya giden nakkaş Mihrâb, yanlarında çok değerli malların olduğunu söyler, Rum Kayser’in kızı Hurşid’e.

Hurşid, ertesi gün yanlarındaki bütün mallarını saraya getirmesini ister. Sevinçle geri dönen Mihrâb, Hurşid’in güzelliğinden övgüyle söz eder Cemşid’e. Ertesi gün değerli eşyalarıyla yanına gittiği Hurşid’i tahtın üzerinde bulur. Hurşid’in cariyesi bütün mallarını Hurşid’e sunmasını söyler. Mihrâb, malların bir kısmının kendisine ait olmadığını, sahibi olmadan onları satamayacağını söyler. Bunun üzerine Hurşid, malların sahibi olan kervan emirinin de saraya gelmesine izin verir. Bu müjdeli haberi duyunca kendinden geçen Cemşid’i gül suyu ile ayıltan Mihrâb, hiçbir yerde bulunmayan iki la’l ile iki inciyi yanına alan Cemşid’le birlikte Hurşid’in yanına giderler.

Hurşid’i görünce bayılıp yere düşen Cemşid’in başına toplanan sarayın bütün güzelleri gül suyu serperek onu ayıltmaya çalışırlar. Bu arada Cemşid’in başına gelen Hurşid, yerde ay gibi bir güzel görünce hemen âşık olur. Ancak aşkını saklar, sırrını kimselere açmaz. Hurşid’in saçlarına değen rüzgâr, onun mis kokusunu yerde yatan Cemşid’in burnuna götürür. Bu güzel kokuyla ayılan Cemşid, karşısında Hurşid’i görünce çok sevinir. Hurşid, otağına dönünce Cemşid, yanında getirdiği mücevheratı Hurşid’e gönderir. Hurşid, gönderilen mücevheratın değerini sordurur. Cemşid, onları kendisinin bir armağanı olarak kabul edilmesini söyler.

Hurşid, ertesi gün ulağıyla haber göndererek Cemşid’i içki meclisine davet eder. Yanına aldığı iki la’l ve gevherle Şeker, Şekernâz ve Erguvannâz adlarındaki üç cariyesiyle birlikte davete icabet eder. Orada şiirler okuyup çeşitli musiki makamlarıyla şarkılar söyleyen bu cariyelerden son derece hoşnut kalan Hurşid, Nesâtengiz adlı cariyesinden adına bir şiir okumasını ister. O da aldığı emir üzerine Cemşid’in kimliği konusunda bilgi edinmek isteyen bir şiir okur. Şekernâz, Cemşid’in kimliği ve aşkı konusunda bilgi veren bir şiirle karşılık verir. Bu şiir karşısında mutluluktan uçarak raksa başlayan Hurşid, Şekernâz’a, Cemşid konusunda bilgi talep eder. Bunun üzerine Şekernâz, Cemşid’in kim olduğunu ve aşkı uğruna geçirdiği serencelerden söz eder. Bu içki meclisi sonrasında birkaç kez daha yan yana gelen âşıklar, birbirilerini daha yakından tanıyarak birbirilerine bağlanırlar.

Günün birinde yine bir içki meclisinde eğlendikleri bir sırada kendinden geçen Cemşid, Hurşid’in saçlarına elleriyle dokunur. Hurşid, bu yapılan hareketten hoşlanmaz. Bunun üzerine Cemşid pişmanlığını dile getirerek özür dileyince iki aşık yeniden barışarak içkili sohbet ve eğlencelerine devam ederler. Durumdan haberdar olunca kızının içkili meclislerde eğlenmesine sinirlenen annesi Efser Hatun, kızı Hurşid’i bir kalenin içindeki sarayın birine hapsederek yanına da cariyelerini ve Kitayun adındaki dayısını bırakır. Hurşid, annesi tarafından kendisine yapılan bu muameleye intizar edip ağlarken, ayrılık acısına dayanamayan Cemşid, dağlara çıkar. Hurşid’in aşkıyla yanıp tutuşan Cemşid aya, güneşe, yıldızlara ve sabah rüzgârına derdini anlatmaya başlar. Onlardan halini sevgilisine iletmelerini ister. Ama nafile. Çünkü bir yanıt alamaz onlardan. Bir ay kadar dağda kalan Cemşid, nakkaş Mihrâb’ın önerisi üzerine kente döner. Cemşid, Mihrâb’ın Çin’e dönülmesi gerektiği önerisine red yanıtı verir. Mihrâb, içine düşülen bu durumdan çıkmak için Kayser’in hizmetine girilmesi gerektiğini söyler.

Kendisine bu öneriyle giden Cemşid’i kabul eden Rum Kayser, Cemşid’in bir fagfur olduğunu öğrenir ve onu yanından uzak tutmamaya çaba gösterir. Mihrâb’n maharetiye Şekernâz ve Şeker aracılığıyla olanlardan haberdar edilen Hurşid, “Cemşid eğer beni unutmadı ise her gece gelip kalenin altında su çekilen dolabın içine girsin. Ben, onu Yusuf gibi yukarıya çekeyim” der. Plan uygulamaya sokulur ve bu şekilde her gece buluşan âşıklar, sabah olunca birbirinden ayrılırlar. Ancak bunun böyle devam edemeyeceğini düşünen Mihrâb, Cemşid’e, Hurşid’in annesi Efser Hatun’un ikna edilmek suretiyle evliliklerinin gerçekleşebileceğini söyler. Olumlu karşılanan bu öneri, hemen devreye sokulur.  Çok değerli eşyalar ve kıymetli mücevherlerle Efser Hatun’un yanına giden Mihrâb, ondan, kızını hapsetmek yerine evlendirmek gerektiğini söyler. Efser Hatun da Şam hükümdarının oğlu şehzade Sadi’nin Hurşid’e talip olduğunu, onunla evlenmek istediğini söyler. Düşmana kız verilmez gerekçesiyle buna karşı çıkan Mihrâb, Cemşid’in bir fagfur olduğunu ve oraya neden geldiklerini açıklar. Efser Hatun, Cemşid’i görmek istediğini söyler. Cemşid, hemen Efser Hatun’un huzuruna çıkar.  Efser Hatun olanlardan üzüntü duyduğunu söyleyerek Cemşid’in gönlünü alır. Cemşid de Hurşid’in bir an önce kaleden çıkartılmasını ister. Hurşid, ertesi gün kaleden çıkarılır. Tam da bu sırada Şam hükümdarı Mihraç’ın oğlu Sâdi’nin ordusuyla birlikte geldiği haberi duyulur.

Kayser’in karşılama töreni hazırlattığını haber alan Cemşid, çok kıskanmasına rağmen bu törene iştirak eder. Kayser, hem Cemşid’e hem de Sâdi’ye altından yapılma kürsüler üzerinde yer verir. Böylece meclis kurulur ve eğlenceler başlar. Cemşid, bu durumdan hiç hoşnut değil. Sâdi, Kayser tarafından kendisine sunulan şarabı, önceden çok içtiğini öne sürerek iade eder. Kayser, bu kez şarabı Cemşid’e ikram eder. Cemşid’in, Kayser tarafından kendisine ikram edilen şarabı içmesiyle gece sona erer. Nakkaş Mihrâb, Kayser’in bu hareketini iyiye yorumlar.

Bir sonraki mecliste Kayser tarafından kendisine ikram edilen şarabı içince dışarı çıkaran Sâdi, hicabından meclisi terk etmek zorunda kalır. İçine düştüğü durumdan ötürü üzgün olduğunu belirten Sâdi, çevgân oynamak istediğini söyler. Cemşid ile Sâdi, Kayser’in gözetiminde çevgân oynarlar. Cemşid’in bu oyunda maharetini ortaya koyarak Sâdi’yi mağlup etmesi, Kayser’i son derece mutlu eder.

Ertesi gün ava çıkılır. Avda yoluna çıkan bir aslan, Kayser’in atına saldırır. Bu saldırı sonucunda at ölünce Kayser, yere düşer. Aslan bu kez de Kayser’e saldırır. Cemşid’in yardımıyla Kayser, aslanın elinden kurtarılır. Bu şekilde şehzadelerin ikisini de iyice tanıyan Kayser, hanımı Efser Hatun’a; ‘kızımıza Sâdi’den çok Cemşid yaraşır’, der. Kayser, Sâdi’nin vezirini yanına çağırtır ve ona; “ilk olarak Şam, Mısır ve Kuzey Afrika’nın yarısını, ikinci; mal ve ziynet olarak var olan her şeyi kendisine getirilmesini, üçüncü olarak da Şehzade Sâdi evliliğinin sonrasında Şam’a geri gitmeyecek, Hurşid’le birlikte Rum’da ikamet edecek” şeklindeki koşullarını kabul etmeleri şartıyla kızını verebileceğini söyler. Bu koşullar karşısında neşesi kaçan Sâdi, annesiyle görüşmek üzere Şam’a döner.

Oğlu Sâdi tarafından bilgilendirilince kızan Şah Mihraç, ülkesindeki mevcut askerlerle Rum’un üstüne yürür. Rum diyarında yollarının geçtiği her yeri talan eder. Durumdan haberdar olunca ordusunu toplayarak savaşa hazırlanan Kayser, Cemşid’den yardım ister. Cemşid, bu yardımı seve seve yapacağını söyler. Önerisinin Cemşid tarafından kabul edildiğini öğrenen Kayser, buna çok sevinir. Böylece iki ordu arasında başlayan çetin ve amansız bir savaşın sonrasında Sâdi, askerlerini bırakarak kaçmak zorunda kalır. Başsız kalan askerler, Cemşid’in himayesine girdiklerini bildirirler. Kayser, Şam’ın ve öteki yerlerin hükümdarı olan Cemşid’i taltif eder.

Günlük güneşlik bir bahar gününde yaptığı bir toplantıda kızını Cemşid’e vermek istediğini açıklayan Rum Kayser’in önerisi, orada bulunanların tamamı tarafından onaylanınca hemen Cemşid’e haber gönderilir. Bunun üzerine kurulan düğün kırk gün kırk gece devam eder. Eşsiz bir düğün sonrasında dünya evine girerek mutlu bir yaşam süren Cemşid, günün birinde ülkesini, annesini ve babasını özler. Yanına çağırdığı kâtibine, Çin fagfuru olan babasına bir mektup yazdırır. Mektubu yazdırırken vatan hasretini tamamen dışa vuran Cemşid’in üzüntülü hali, Hurşid’i kuşkulandırır. Durumu öğrenince kararı kocasına bırakan Hurşid, Çin’e gidilebilmesi için Rum Kayser’den izin alınması gerektiğini söyler. Gönüllü olmasa da Rum Kayser’den bir yıllık izin almayı başaran Cemşid, büyük bir hazırlıktan sonra Çin’e gitmek üzere yola çıkar.

Öte yandan günün birinde oturduğu yerde oğlunu hatırlayıp ağlamaya başlayan fagfura, oğlunun Çin’e gelmekte olduğu haberi ulaşır. Habere son derece sevinen fagfur, haber gönderdiği eşi Hümayun Hatun ile atlara binerek oğulları Cemşid’i karşılamaya giderler. Kendisini karşılamaya gelen babasını görünce atından inen Cemşid, yüzünü yedi yerde toprağa sürer. Oğluyla yüz yüze gelen Fagfur, defalarca oğlunu öperek tanrıya şükrederken, oğlunu görünce sevincinden bayılan Hümayun Hatun, kendine gelince sıkı sıkıya sarıldığı oğlunu hasretle öperek bağrına basar. Oğlunun hatırını sorduktan sonra yanına gittiği gelini Hurşid’in nikabını kaldıran Hümayun Hatun, karşısında güneş gibi parıldayan bir yüz bulunca şaşırır. Çünkü gördüğü yüz, güneşi bile gölgede bırakacak kadar güzeldir. Bu güzellik karşısında şaşkınlığını gizlemeyen Hümayun Hatun, Hurşid’i kucaklayıp bağrına basarken oğlu Cemşid’i de kutlar. Birlikte saraya giderek hasret giderirler.

Fağfur, güzel bir bahar günü oğlu Cemşid’i yanına çağırır. İsteği üzerine huzuruna çıkan  oğlu Cemşid’in elini tutarak tahta doğru yürüyen fagfur, tacını tahtını oğlu Cemşid’e bırakır. Ülkesini bayındır bir hale getiren Cemşid, Hurşid’le birlikte mutlu bir yaşam sürer.

 Mesnevilerin tamamında görüldüğü üzere başta tevhid, na’t ve sebeb-i telif (yazılma nedeni), sonda da bir hatime (sonuç) düzeniyle kaleme alınan Cemşid ü Hurşid, Türk yazınında da muhtelif şairlerce işlenmiştir. Konu içine gazel, kıta gibi değişik nazım şekilleri serpiştirilmiştir. İlk defa İranlı şair Selman-ı Saveci tarafından ele alınan konu, daha sonraki dönemlerde kaleme alınan Farsça ve Türkçe Cemşid ü Hurşid mesnevilerinin tamamını etkilemiştir.

Önce Şeyhoğlu Mustafa Hurşidnâme (Hurşid ü Ferahşad) adıyla 1387’de kaleme aldı. Daha sonraki yıllarda Emir Sultan’ın talebi üzerine Selman-ı Saveci’nin mesnevisini esas alan Ahmedî, başka bazı kaynaklardan da yararlanmak suretiyle 1403’de aynı adla yarı çeviri, yarı telif bir mesnevi düzenledi. Böylece Türk yazınında ilk ve en önemli Cemşid ü Hurşid, Ahmedî’nin kaleminden çıkmıştır. Ahmedî, Selman-ı Saveci’nin eserini çeviri veya adapte yoluyla almış değildir. Sadece konuları arasında benzerlik bulunan mesnevilerin her ikisi de orijinal sayılır. Mesnevi, Ahmedî’nin dilinde muhtelif hikâyelerle varsıl hale gelmiş ve lirik gazeller, Türk folklorundan alınma konular, Köroğlu ve Dede Korkut hikâyelerini anımsatan bölümlerle yerli hale getirilmiştir. 5000 beyitten oluşan eseri, önce Emir Süleyman’a, ardından da Mehmet I’e ve daha başkalarına takdim etti.

Tek nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (TY 921) (bas. 1975). Ahmedî’den sonra Cemşid ü Hurşid’i yazan şairlerin en önemlisi, Selman-ı Saveci’nin eserini Türkçe olarak yeniden yazarak babası Mehmet II (Fatih) adına nazıma çeviren Cem Sultan’dır. O da eserin içine kimi kıtalar ve gazeller ekler. Eksik bir nüshası Kütahya Vahit Paşa Kütüphanesi (TY 1666)’nde bulunan eserin tamamı, Ankara İlahiyat Fakültesi’ndedir. XVI. yüzyıl şairlerinden Abdî (Süleymaniye Kütüphanesi, Pertev Paşa No: 443) ile Ayşe Hubba Hatun (nüshası henüz bulunmamış)’un da birer Cemşid ü Hurşid kaleme aldıkları bilinmektedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu
Kapalı

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklamların gösterimine izin veriniz. Bu siteyi ayakta tutabilmek için gereklidir. Please allow ads to be displayed. This is necessary to keep the site up and running.