Efsaneler

MİHR Ü VEFA

İran ve Türk yazınlarında ele alınmış, mesnevi biçiminde bir aşk öyküsü olan Mihr ü Vefa’nın konusu özetle şöyledir:

Ülkenin birinde bir padişah vardır. Adı Filikos olan bu padişahın üç oğlu vardır. Üç oğlunun da yüzleri aya benzemektedir. Padişah, günün birinde hasta olup yatağa düşer. Bunun üzerine beylerinin tamamı toplanırlar.

Padişahın hastalanması üzerine toplanan beyler, padişaha: “Ey padişah gözünü aç senden sonra kimin olsun, bu taht ü tâc?” şeklinde bir soru yöneltirler. Padişah; “Hazinede üç küp vardır. Ölümünün sonrasında hazinedeki bu küpleri oğullarıma verin. Küplerin içinde onlar için işaretler ve hikmetler bulunmaktadır. Bu işaretler ve hikmetleri esas alarak padişahı seçsinler.” der. Orada toplanan beylerine bu yanıtı veren padişah, kısa bir zaman sonra yaşamını yitirir.

Padişahın ölümünün ardından, onun söyledikleri doğrultusunda hareket edilerek hazinede bulunan üç küp, üç oğluna verilir. Bu üç küpten birinin içinde toprak, birinin içinde kemik ve birinin içinde de altın bulunmaktadır. Bu küplerden hangisinin, hangi oğluna verileceği konusunda tartışmalar yaşanır. Vezirlerden biri, tahtı ifade eden toprak küpün büyük kardeşe; içinde kemik bulunan küple birlikte büyük ve küçükbaş hayvanların da ortanca kardeşe, içinde altın bulunan küpün de küçük kardeşe ait olduğunu söyler. Sorun, böylece çözülür.

Bu paylaşım neticesinde; içinde altın bulunan küp, Vefa adındaki en küçük şehzâde tarafından alınınca öykü başlar.

Babasından kendisine miras olarak bırakılan altınları alınca çok sevinen Vefa, altınları sınırsız bir şekilde kullanmaya başlar. Borcu olanların borçlarını ödeyerek onları borçtan kurtaran Vefa, kısa bir süre içinde altınlarının tamamını tüketir. Daha önce çevresinde dört dolananlar, para tükenince yanına bile uğramaz olmuşlar. İçine düştüğü durumdan kardeşlerine bahsetmeye utandığı için ülkesini terk etmeyi kararlaştırır. Parmağındaki yüzüğü satar, parasıyla azık alıp yollara düşer.

Kentin birinde geçtiği sırada bir fal falcı görür. Ona fal baktırır. Falcı; “Büyük sıkıntılar çekeceksin,  ancak sonunda rahata ereceksin der ve devam eder: Önüne çıkan bir suyu kaynağına kadar izle.  Suyun kaynağına varınca orada bir pınar göreceksin. O pınarın içinde bir canavar yaşıyor. O canavar, nereye giderse sen de arkasından git, ondan ayrılma. Canavarın durduğu yerde kırk hücre dolusu hazine ile güzel bir kıza kavuşacaksın.” der. Falcının söylediklerini harfiyen yerine getiren Vefa, bir sarayda Mihr adında harikulâde güzelliğe sahip bir kıza kavuşur.  Mihr adındaki bu kızı görür görmez âşık olan Vefa, kendinden geçer. Mihr, bir zaman sonra kendisine gelen Vefa’ya;“Ben, Umman hükümdarının kızıyım. Ülkemiz düşman tarafından işgal edilince biz, gemiyle buraya kaçtık. Ancak fırtınaya tutulduk. Gemimiz, buralara sürüklenip parçalandı. Dadımla ben, Hızır tarafından kurtarıldık. Seni, sarayda bekliyorum. Çünkü Hızır, benim, Tanrı’nın emriyle Vefa’ya verildiğimi söyledi. O da bana âşıkmış.” Falcının kendisine var olduğunu söylediği hazineleri, Mihr ile birlikte gezmeye başlarlar. Ancak Mihr, “içinde bir şey yoktur” diyerek hazinelerden birinin kapısını açtırmaz.  Bir zaman birlikte yiyip içip hoşça vakit geçirirler. Kapısını açmadıkları hazinenin içinde neyin olduğunu merak eden Vefa, gecenin birinde Mihr’in uykuda olduğu bir sırada gizlice anahtarı alıp hazinenin kapısını açar.  Kapısını açtığı hazinenin iç kısmı acayip bir bahçedir. Bu bahçenin içinde yer alan her ağaç konuşmakta ve muhtelif dertlerin ilacının kendilerinde olduğunu söylemektedirler. Vefa, üç gömleğin bittiği bir ağacı izlerken aniden çıkan rüzgâr, ağaçta biten üç gömlekten birini alıp havaya uçurur. Buna çok üzülen Vefa, saraya döndüğü zaman karşılaştığı durumu, Mihr’e aktarır. Mihr; “Bu ayrılık anlamına gelir. Bizim, o gömleğin gittiği yere zorunlu olarak gitmemiz gerekir.” der. Rüzgâr tarafından havaya uçurulan gömlek, Mağrib diyarına düşer ve oranın hükümdarının eline geçer. Gömleğin sahibine âşık olan hükümdar, emrindekilere; ‘Gömleğin sahibini bulup bana getirin.” diye emreder. Ülkenin her yerinde gömleğin sahibi aranır. Ama bir türlü bulunmaz. Bunun üzerine ülkenin en ünlü cadısına başvurulur. Cadı,‘Bu gömlek Rum diyarında yaşayan Mihr adında çok güzel bir kıza aittir. İsterseniz onu size getirebilirim.’ der. Hükümdar, ‘Hemen bul, getir.’ der. Fakir kılığına bürünen cadı, küpüne binerek uçmaya başlar. Bir süre sonra Mihr ile Vefa’nın yaşadıkları saraya gelir. Bir gariplik olduğundan şüphelenen Mihr, her ne kadar fakiri içeri almak istemese de Vefa, ayak diretir. Sonunda fakir kılığındaki cadı, içeri alınır. İçeri alınan cadı, ikisine de büyü yapar. Vefa’yı kesip öldürür. Mihr’i de uyutup küpün içine koyarak hükümdara götürür. Hükümdar, bir süre sonra kendine gelen Mihr’e; ‘Benimle evleneceksin.’ der. Durumun ciddi olduğunu anlayan Mihr, ‘Vefa’nın yasını tutacağım, bana bir yıl zaman verin. Bir yıl sonra evleniriz.’ der. Mihr’in bu isteği hükümdar tarafından kabul edilir. 

Vefa’nın öldürüldüğü haberini alan kardeşleri, onu aramaya çıkarlar. Arama sonucunda ortanca kardeşi tarafından boğazı kesilmiş bir şekilde bulunur. Vefa’yı o şekilde gören kardeşi ağlamaya başlar. Onun feryat, figan ederek ağladığını görünce hemen yardımına koşan Hızır, Vefa’nın tekrar yaşama dönmesi için ortanca kardeşinin, kendi ömründen biraz ömür vermesini ister. Ortanca kardeş, ‘ona ömrümün yarısını veriyorum.’ der. Ortanca kardeş, ömrünün yarısını verince Vefa, hemen dirilir. Dirilir dirilmez hemen Mihr’i sorar. ‘Nerede olduğunu bilmiyorum.’ diyen Ortanca kardeş, ‘Gel, ülkemize geri dönelim.’ der. Ancak Vefa’yı ikna edemez. Vefa, sarayının bahçesindeki gömleklerden birini yanına alır. Kardeşiyle vedalaşır. Sonra Mihr’i aramak için yollara düşer. On bir ay boyunca onu arar. Sonunda Mağrib ülkesinde bulur. Hükümdarın bahçıvanı aracılığıyla Mihr ile buluşur ve ikisi birlikte kaçar. Sihirli küpüne binerek arkalarına düşen cadı, onları bir türlü bulamaz. Âşıkların yolu bu kez Zengi ülkesine düşmüştür.

Zengi ülkesine vardıklarında bir hayli yorgun düşmüşlerdi. Yorgunluklarını gidermek için bir yerde uyurlar. Onlar uykuda iken Mihr, ava çıkan birkaç zenci tarafından alınarak hükümdarlarına götürülür. Hükümdar, Mihr’i görür görmez âşık olur, ona. Uyandığında Mihr’i yanında bulamayan Vefa, çerçi kılığına bürünüp onu aramaya çıkar. Bir zaman sonra onu bulur ve yine birlikte kaçarlar. İlk ulaştıkları kentte, bu kez bir başka olumsuzlukla karşı karşıya kalırlar. Mihr, konuk olarak kaldıkları ev sahibi tarafından bir sarrafa satılır. Durumdan haberdar olan Vefa, çerçi kılığına bürünerek Mihr’e ulaşmayı başarır. Mihr, bu kez kaçmak için erkek kılığına girer. Ancak yine bir olumsuzluk yaşanır. Mihr’in kapısında iki atla bekleyen Vefa, orada uyuya kalır. Bu sırada oradan geçen sarhoş bir seyis, atlardan birini çalıp oradan uzaklaşmaya başlar. Tam o anda kaçmak üzere dışarı çıkan Mihr, ata binip oradan kaçan kişinin Vefa olduğunu sanarak oradaki ata binip onu takip etmeye başlar. Kendisine ulaştığı kişinin Vefa olmadığını anlayınca çaresiz atları alarak oradan uzaklaşır. Bir zaman yürüdükten sonra yolu bir kente düşer. Vardığı o kentin hükümdarı yaşamını yitirdiği için kendilerine bir hükümdar seçmek isteyen kent halkı, kentin giriş kapısında toplanmıştır. Orada beklemeye koyulan halk gece yarısı kentin kapısından giriş yapan ilk kişiyi kendilerine hükümdar seçme kararı alır. Rastlantı sonucu oradan geçen ilk kişi Mihr olunca orada bekleyen kent halkı, onu kendilerine hükümdar seçerler. Bir taraftan Vefa, öte yandan sarhoş seyis ve ona âşık olan sarraf arka arkaya kente gelirler. Bir resmini yaptırarak kale kapısına astıran Mihr, bu resmi görüp bayılanları kendisinin huzuruna getirilmesi emrini verir. Kale kapısından ilk giren kişi, Mağrip sultanı olur. Onun ardından Zenci, daha sonra da sarraf ve seyis gelir. Bunların dördü de resmi görür görmez kendilerinden geçerler. Buyruk üzerine hükümdarın huzuruna götürülürler. Hükümdar Mihr, bunların hepsini zindana attırır.

Sonunda Vefa çıkagelir. Mihr, daha önce zindana attırdığı Mağrib sultanını, sarrafı, Zenci’yi ve seyisi zindandan çıkartıp huzuruna getirtir. Vefa’nın da bulunduğu bir ortamda, Mihr’i tanımayan Mağrib sultanı, sarraf, Zenci ve seyis sırasıyla yaşadıkları olayları anlatırlar. Mihr bu yolla bunlardan hiçbirinin kendisine el dokunduramadığını kendi ağızlarından Vefa’ya duyurmuş olur. Kendisine âşık olan Mağrib sultanını, sarrafı, Zenci’yi ve seyisi bağışlayarak ülkelerine gönderen Mihr, kendi yerine Vefa’yı tahta geçirir. Ülkeyi adil bir biçimde yöneterek mutlu bir yaşama başlarlar.

Bu konu;

M. Çavuşoğlu ve M. A. Tanyeri tarafından kaleme alınan Zatî Divânı’nda:

 “Müjde-i mihr ü Vefâ için gelübdür hatt-ı dost

  Zâtiyâ gam çekmezem andan besâret zagıdur.”

Ali Nihat Tarlan tarafından kaleme alınan Necatî Beg Divânı’nda:

 “Mihr ü Vefâ için mi getürdi beni felek

  Cevr ü cefâ için mi yaratdı Huda seni”

Ali Nihat Tarlan tarafından kaleme alınan Ahmet Paşa Divânı’nda:

“Sen gayrıma baktın diye bana cefâlar eyleyip

  Mihr ü vefâlar gösterir bir demde bin bed-hâhıma”

“Mihr ü vefâlar itmez isen dostum nola

   Minnet degül mi cânuma cevr ü cefaların”

K. Akyüz, S. Beken, S. Yüksel, M. Cunbur tarafından kaleme alınan F uzulî Divânı’nda:

“Çün cefâ mutaydım bilmem nedir mihr ü vefâ

  Bilmese mihr ü vefâ resmin cefâ-kârım ne bâk.”

A. N. Tarlan tarafından kaleme alınan Hayâlî Divânı’nda:

“Bir cûybâr-ı mihr ü vefâyin zemânede

  Evvel bahâr geldi bulanık degil miyem”

A. F. Bilkan tarafından kaleme alınan Nâbî Divânı’nda:

“Arz-ı mihr eylemege başladı devrân ammâ

  Varak-ı mihr ü vefâyı kim okur kim dinler”

M. Akkuş tarafından kaleme alınan Nef’î Divânı’nda:

 “Aşk ehline tâ nüshâ-i hatt-ı ruh-ı dilber

   Mektûb-ı huceste-rakam-ı mihr ü vefâdır.”

şeklinde yer almaktadır.

Mihr ü Vefa, İran yazınında 1091 yılında yaşamını yitiren ve asıl adı Mir Muhammed Mümin Ekberâbâdî olan Arşî ve gene asıl adı Ebu Muhammed b. Muhammed Semerkandi olan Reşidi gibi şairler tarafından kaleme alınmıştır. Eski Türk yazınında da Gelibolulu Mustafa Âli’nin bu adla yazılmış bir yapıtı mevcuttur. 1870–1957 arasında yaşayan edebiyat tarihçimiz İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın yazdığı Menâkıb-ı Hünervan adlı yapıtın önsözünde belirtilenlere atıfta bulunan Nihal Atsız, Âli Bibliyoğrafyası’ında yapıt konusunda şöyle der: «Âli’nin ilk eserlerindendir. 970/1562-63’de yazılmıştır. Mefâilün /mefâilün/ feûlün vezninde ve 7000 beyit tutarındadır».

Mustafa Emin adlı Piriştineli şairin de aynı adla bir yapıt kaleme aldığı Keşfü’z-zunûn’da söz edilmesine rağmen yapıt, bulunamamıştır. Ümmî İsa adındaki şair tarafından kaleme alınan yapıt, ele geçen en eksiksiz nüshadır. İzmir Milli Ktp. No: 26/668’de bulunan yapıt, 31 yaprak olup 806 beyitten oluşur. Sondan yedinci beyitte adını belirten şair, mahlasının Ümmî İsa olduğundan söz eder. Lisan, yazım, ölçü ve anlatım olarak Osmanlı devri Türk yazınının başlangıç dönemine dair bir yapıt olduğu anlaşılan yapıtın, Atatürk Üniversitesi Ktp. Agâh Sırrı Levend Kit. No: 282–283;Marburg Staatsbibliothek. Ms. Or. Oct. No: 2628 de başka nüshaları olduğu belirtilmesine rağmen yukarıda verilen no.da kayıtlı böyle bir yapıta rastlanmamıştır.

Fuad Köprülü «Anadolu’da Türk Dili ve Edebiyatının Tekâmülüne Umumi Bir Bakış XV. a.» adındaki makalesinde özetle; 1359 yılında kaleme alınmış yazarı bilinmeyen bir Mihr ü Vefa Mesnevisi’nin bulunduğundan söz eder ve kendi kütüphanesinde bir nüshasının bulunduğunu söyler.

Agâh Sırrı Levend, 1973 yılında kaleme aldığı Türk Edebiyatı Tarihi-Giriş adındaki yapıtında, Bursalı Haşimî tarafından kaleme alınmış bir Mihr ü Vefa’nın varlığından söz eder. 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu
Kapalı

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklamların gösterimine izin veriniz. Bu siteyi ayakta tutabilmek için gereklidir. Please allow ads to be displayed. This is necessary to keep the site up and running.