Kızılderili MitolojisiMitolojiler
Trend

Maheo ve Kumokums

Maheo ve Kumokums; Kızılderili Mitolojisinde dünyanın oluşumu ile alakalı 2 farklı versiyon bulunmaktadır. Bunları aşağıda ki yazımızda inceleyeceğiz.

1- DÜNYA NASIL OLUŞTU (CHEYENNE)

Başlangıçta hiçbir şey yokmuş ve Büyük Ruh Maheo boşlukta yaşıyormuş. Maheo etrafına bakmış, ama görünürde hiçbir şey yokmuş. Bir şeyler dinlemek istemiş, ama dinleyecek hiçbir şey yokmuş. Hiç bir şeyliğin içinde yapayalnız, yalnızca bir Maheo varmış.

Gücünün büyüklüğü sayesinde Maheo yalnız değilmiş. Onun varlığı bir Evren’miş. Fakat hiç bir şeyliğin sonsuz zamanı boyunca hareket ederken, Maheo gücünü kullanması gerektiğini sezmiş. “Güç’ün ne yararı var” diye sormuş Maheo kendi kendine. Bir dünya ile içinde yaşayan canlıları yaramak üzere kullanılmayacak olduktan sonra?

Maheo, Güç’üyle göle benzeyen ama tuzlu olan büyük bir su yaratmış. Bugüne kadar süregelmiş bütün yaşamı bu tuzlu sudan çıkarabileceğini Maheo biliyormuş. Maheo böyle olmasını istemiş ve artık gölün kendisi yaşam olmuş. Hiçbir şeyliğin karanlığında Maheo, suyun serinliğini hissedebiliyor ve tuzun keskin ve acı tadını dudaklarıyla tadabiliyormuş.

Suda canlılar olmalı” demiş Güç’üne Maheo. Ve istediği olmuş. Önce derin sularda yüzen balıklar, sonra kumlarda ve çamurlarda yaşayan midye, salyangoz ve karavidelere biçim vermiş Maheo. Böylece Maheo’nun gölünün bir dibinin bulunması gerekliliği ortaya çıkmış.

Suda yaşayan bir şeyler yaratalım” diye düşüncesini Güç’üne söylemiş Maheo. Ve istediği olmuş. Artık, şimdi suyun üzerinde yaşayan ve yüzen bembeyaz kazlar, yaban ördekleri, çamurcunlar, su tavukçuları, balıkçılar, deniz kırlangıçları ve gavialar oluvermiş sularda. Maheo şimdi onların ayak şıpırtılarını ve kanat çırpınışlarını işitebiliyormuş karanlıkta. “Yaratılan şeyleri görmek istiyorum” diye kararını bildirmiş Maheo.

Ve gene istediği olmuş. Işık, önce doğduğu beyazlanmış ve ağarmış. Sonra gökyüzünün ortasını doldurana kadar altın rengini almış ve kuvvetlenmiş, bütün ufuk boyunca genişleyerek yayılmış. Maheo ışığı seyretmiş ve ışığın yardımıyla görebildiği kuşlara, balıklara gölün dibinde yatan kabuklu hayvanlara bakmış.

Maheo tüm içtenliğiyle, “Bütün bunlar ne güzel” diye düşünmüş. Daha sonra beyaz bir kaz, Maheo’nun bulunduğu yer sandığı gölün üzerindeki boşluğa doğru sularını şapırdatarak gelmiş. “Ben Sen’i göremiyorum, ama Sen’in var olduğunu biliyorum” diye başlamış kaz.

Sen’in nerede olduğunu bilmiyorum ama Sen her yerde olmalısın. Dinle beni Maheo. Senin yarattığın ve üzerinde yaşadığımız bu su iyi. Ama kuşlar balıklara benzemiyor. Bazen yüzerken yoruluyoruz. Bazen sudan çıkmak istiyoruz.

Öyleyse uç” demiş Maheo ve kollarını sallamış ve bütün su kuşları havaya yükselebilecek hızı kazanıncaya kadar gölün yüzeyinde kaymaya başlamışlar. Gökler kayıp giden bu su kuşlarıyla kararmış. Kuşlar, gökyüzüne karşı, canlı şekiller olarak kıvrılıp dönerken, Maheo “Işıkta kanatları ne güzel ” demiş Güç’üne.

Gölün yüzeyine ilk dönüp inen Gavia olmuş. Maheo’nun yakınında olduğunu bildiği için, etrafına bakarak “Maheo!” demiş. “Uçabilmemiz için bize gökyüzünü, ışığı; yüzebilmemiz için suyu yarattın. Başka birşey istememiz nankörlük olur, ama yine de istiyoruz. Yüzerken ve uçarken yorulduğumuz zaman yürüyüp ve dinlenebileceğimiz kuru ve katı bir yer bize, lütfen Maheo!”.

Öyle olsun ” diye yanıtlamış Maheo, ” Fakat böyle bir yeri yapmak için sizin, hepinizin yardımı gerekli. Ben kendi başıma dört şey yarattım: Su, ışık, göklerin havası ve sudaki canlılar. Gücüm kendi başıma yaratmam için yalnızca bu dört şeye yettiğinden, daha başka şeyler de yaratmam gerekiyorsa, şimdi sizin yardımlarınıza gereksinmem var.”

Sana nasıl yardım edebiliriz,söyle” demiş sudaki bütün canlılar. “Söylediğin şeyleri yapmaya hazırız.”

Maheo elini uzatıp seslenmiş: “En kocaman ve en hızlı olanınız toprağı bulmaya çalışsın önce” demiş ve beyaz kaz O’nun yanına gelmiş.

Denemeye hazırım!” demiş beyaz kaz ve kendisini suya atmış, bembeyaz bir nokta oluncaya kadar su yüzeyi boyunca yüzmüş, sonra bu bembeyaz nokta, bir oku sürüp fırlatan tüyler gibi havaya yükselmiş. Sonra dönmüş, aşağıya doğru dalmış, herhangi bir oktan daha hızlı suya dalmış. Bir mızrak ucu gibi, gagası suyun yüzünü delmiş.

Beyaz kaz gideli çok olmuş. Yeniden dönüp, su yüzüne doğru yükselerek, hava almak için derin derin solumak üzere gagasını yarı yarıya açmadan ve orada yatarak yüzmeden önce, Maheo dört kez kadar saymış. “Ne getirdin bize?” diye sormuş Maheo. Beyaz kaz üzüntüyle göğüs geçirerek yanıtlamış: “Hiçbir şey. Hiçbir şey getirmedim.”

Sonra Gavia denemiş, arkasından da yaban ördeği. Her biri,ışıkta bir benek gibi kalıncaya kadar yükselip dönmüş ve parıldayan bir ok hızıyla suya dalmış. Ve her biri yorgun argın su yüzeyine çıktığı zaman, Maheo ne getirdiğini sorduğunda “Hiçbir şey” diye yanıt vermiş.

Sonunda, su yüzeyine çabuk çabuk yalpalayarak, arada sırada küçücük bir balık yakalamak için başını suya daldırıp yeniden çıkardığı zaman tepe kakülündeki su taneciklerini titreterek silkeleyen küçük su tavuğu gelmiş. “Maheo!” demiş, küçük su tavuğu. “Başımı suyun altına soktuğum zaman çok daha aşağılara, ona doğru yüzebilirim. Kardeşlerim gibi uçamam ya da dalamam. Bütün yaşabildiğim şey yüzmek, fakat bildiğim en iyi bir aşağıya yüzerim. Ve gidebildiğim kadar derinlere giderim. Deneyebilir miyim, lütfen Maheo?”

Küçük kardeş” demiş Maheo. “Hiç kimse yapabileceği en iyi şeyden daha fazlasını yapamaz. Ben bile sudaki bütün canlıların yardımını istedim. Elbette ki deneyeceksin. Bütün bu denemelerden sonra yüzmek, dalmaktan belki de daha iyidir. Dene, küçük kardeş ve ne yapabileceğimi gör.” “Heh-heh” demiş küçük su tavuğu. “Teşekkürler Maheo!” ve başını suyun altına sokmuş ve gözden kayboluncaya kadar aşağıya daha aşağılara, daha da aşağılara doğru yüzmüş.

Su tavuğu gideli çok çok uzun zaman geçmiş. Neden sonra Maheo ile diğer kuşlar su yüzeyinin altında yavaş yavaş kendilerine doğru yükselen küçük, kara bir nokta görebilmişler. Küçük su tavuğu tuzlu gölün dibinden yukarı doğru yüzüyormuş.

Su tavuğu yüzeye ulaştığı zaman, kapalı gagasını yukarı, ışığa doğru uzatmış, ama açamamış, “Getirdiğin şeyi bana ver” demiş Maheo, su tavuğu gagasını aşağı eğerek açmış, böylece küçük bir parça çamur, dilinden Maheo’nun eline düşmüş, çünkü Maheo istediği zaman bir insan biçimini alabiliyormuş.

Gidebilirsin küçük kardeş” demiş Maheo, “Teşekkür ederim, getirdiğin şey seni korusun.

Ve böyle olmuş, böyle sürüp gitmektedir, zira su tavuğunun eti hala çamur tadındadır; ne insanlar, ne de hayvanlar başka yiyecek bir şey bulamadıkları zamanların dışında, hiçbir zaman su tavuğu yemezler.

Maheo el ayakları arasında çamur toprağını yuvarlayınca çamur gitgide büyümeye başlamış ve Maeho’nun eliyle tutamayacağı kadar çoğalmış. Çamuru koyacak bir yer bulmak için etrafına bakınmış, etrafında su ve havadan başka bir şey yokmuş.

Sudaki canlılar, gelin ve bana yine yardım edin” diye seslenmiş Maheo. “Bu çamuru bir yere koymam gerekiyor. İçinizden biri bunu sırtına koymam izin vermeli.

Bütün balıklar ve diğer bütün suda yaşayan diğer canlılar yüzerek Maheo’ya gelmişler ve o çamuru taşımaya uygun birini bulmaya çalışmışlar. Midyelerin, salyangozların, karavidelerin sırtları sertmiş, ama kendileri çok küçükmüş ve çamuru üzerinde tutamayacak kadar çok derinlerde yaşıyorlarmış. Balıklar çok darmış ve sırt yüzgeçleri çamura saplanarak onu parçalıyormuş. Sonunda geriye bir tek su yaratığı kalmış.

Kaplumbağa Büyükanne” diye sormuş Maheo. “Bana yardım edebilecek gibi misin?” “Çok yaşlıyım ve çok yavaş hareket edebiliyorum, ama denerim ” diyerek cevap vermiş kaplumbağa ve Maheo’ya doğru yüzmüş. Maheo, bir tepe biçimine gelinceye kadar çamuru onun sırtına yığmaya başlamış. Kaplumbağa Büyükanne görünmez oluncaya kadar çamur tepesi Maheo’nun elleriyle büyümüş, yayılmış ve düzleşmiş. Maheo bir kez daha “öyle olsun” demiş. “Yeryüzü bizim büyükannemiz olarak tanınsın ve yeryüzü sırtında taşıyan Büyükanne, su altında, toprağın üzerinde ya da altında yabancılık çekmeyen tek varlık, herhangi bir yere dilediği gibi yürüyerek ya da yüzerek giden tek canlı olsun.

Ve böyle olmuş, böyle sürüp gitmektedir. Tüm dünyanın ve tüm insanların olanca ağırlığını sırtlarında taşıdıkları için Kaplumbağa Büyükanne ve onun soyundan olanların hepsi de çok yavaş yürümek zorundadırlar. Artık su olduğu gibi, toprak da oluşmuş bulunuyormuş ama toprak çorakmış. Maheo,” Toprak Büyükannemiz bir kadın gibi verimli ve bereketli olmalıdır. Yaşamı doğurmaya başlasın. Yardım et bana Güç’üm” demiş Güç’üne.

Maheo bunları söyleyince çimenler ve ağaçlar Büyükanne’nin saçları olarak çıkmaya başlamış. Çiçekler, onun parlak süsleri olmuş, meyveler ve tohumlar yeryüzünün bütün bunlara karşılık olarak Maheo’ya verdiği armağanlar olmuş. Kuşlar yoruldukları zaman toprağın elleri üzerinde dinlenmeye gelmiş, balıklar onun eteklerine yanaşmış. Maheo, Toprak Kadın’a bakmış ve onun çok güzel olduğunu, kendisinin şimdiye kadar yarattığı şeylerin en güzeli olduğunu düşünmüş. “O yalnız kalmamalı” diye düşünmüş Maheo, “Ona kendimden bir şey vereyim de böylelikle onun yanında olduğumu ve kendisini sevdiğimi bilsin.”

Maheo’nun eli sağ tarafına uzanmış ve bir kaburga kemiği çıkarmış. Kemiğin üzerine nefes vererek Toprak Kadın’a bağlarına yavaşça yatırmış. Kemik canlanmış, kımıldamış, dikilmiş ve yürümüş, yaratılan ilk adam olmuş.

“Bir zamanlar benim, boşlukla yapayalnız olduğum gibi o da, Toprak Büyükanne de yapayalnız” demiş Maheo. “Yalnız olmak hiç kimse için iyi bir şey değil.” Bundan dolayı sol kaburga kemiğinden bir insan kadın yapmış ve adamın yanına yerleştirmiş. Böylece Toprak Büyükanne üzerinde, Büyükanne’nin ve Maheo’nun çocukları olan iki kişi oluşmuş. Bunlar beraberce mutlu olmuş ve Maheo da onları seyrederken mutluluk duymuş.

Bir yıl sonra, ilkbaharda ilk çocuk doğmuş. Yıllar geçtikçe başka çocuklar olmuş. Kendi hayatlarını yaşamışlar ve birçok kabile kurmuşlar. Bu olaylardan sonra Maheo, toprak üzerinde gezinen insanların zaman zaman bazı gereksinimleri olduğunu anlamış. Böyle zamanlarda Maheo, Güç’ünün yardımıyla, insanları beslemek ve onlar bakmak için hayvanları yaratmış. Yiyecek ve elbise yapmak için onlara geyikler, süslerini yapmak için oklu kirpiler, açık ovalarda hızlı ceylanlar ve toprakta yuva yapan kır köpekleri vermiş.

Sonunda Maheo, Güç’ü Neden ‘e, bir tek hayvanın diğer bütün hayvanların hepsinin yerini tutabileceği düşüncesini söylemiş ve onlara yaban sığırı yaratmış. Maheo hala bizimle birlikte. Bütün canlılarım ve o yaratmış olduğu bütün evreni seyrederek her yerde bulunmaktadır o. Maheo tüm iyilik ve tüm yaşamdır. O Tanrı’dır, koruyucu ve öğreticidir. Hepimiz bu dünyada Maheo’nun sayesinde bulunmaktayız.

2- DÜNYA NASIL OLUŞTU (MODOK)

Derler ki; dünyayı ve içindeki her şeyi yaratan Kumokums’dur. O dünyayı şöyle yaratmıştır:

“Kumokums, Saz Gölü’nün yanında, doğu kıyısında oturmuş. İçinde korku yokmuş; ama sadece merak ediyormuş. Çünkü etrafta Saz Gölü’nden başka hiçbir şey yokmuş.

“Bol ve çok su var.” demiş Kumokums kendi kendine ve “etrafında biraz toprak olsa görünümü nasıl olur acaba” diye düşünmeye başlamış. Bunu düşünerek aşağıya, aşağıya, aşağıya, aşağıya, aşağıya, tam beş kez Saz Gölü’ nün dibine erişmeye çalışmış ve beşinci girişiminde bir avuç çamur çıkarmış. Çamuru önünde bir tepe gibi kümelemiş ve elinin ayasıyla fiske vurmaya başlamış.

Kumokums fiske vururken çamur, Saz Gölü’ nün etrafı bütünüyle toprakla çevreleninceye kadar onun elinden taşıp çevreye yayılmaya başlamış ve Kumokums, suyun ortasında küçük bir çamurdan adanın üzerinde otura kalmış.

“Vay!” demiş Kumokums, “Böylesine iş göreceğini bilmiyordum.”

Böylece, dağları oluşturmak için çamurun birazını batıya ve kuzeye çekmiş. Nehirlerin, aşağıdaki göllere akabilmesi için el tırnaklarıyla dağ kenarlarında oluklar açmış.”

Kestiğiniz el tırnaklarını işte bu yüzden gömmeli ya da suya atmalısınız; böylece onlar Kumokums’ a geri döner.

“Kumokums, ağaçları ve bitkileri topraktan çıkarmış; kuşları gökyüzüne, balıkları suya ve hayvanları da toprağa koymuş. Bir kadın bir sepete nasıl biçim veriyor ve süslüyorsa o da dünyaya öyle biçim vermiş, onu süslemiş.

Bir zaman sonra Kumokums yorulmuş. Yapmayı düşündüğü şeylerin hepsini yapmış. Kış gelmek üzereymiş.

Bir ayı ne yapıyorsa ben de yapacağım, diye düşünerek güvenli bir yerde kendine bir kovuk yapıp kış boyunca uyumaya karar vermiş Kumokums. Bu yeri belirlemek adına Saz Gölü’ nün dibinde kendine bir kovuk açmış.”

Zamanımıza gelinceye kadar o tepe kurumuş ve bugün olduğu gibi sert bir kayaya dönüşmüş.

“Yeraltına inerken tam en son anda, öyle çok dolaşmaya gerek duymadan, belki bazen dışarıya bakmak ve neler olduğunu görmek isteyebilirim, diye düşünmüş. Bu yüzden tepeye yakın bir yerde, etrafı görebileceği büyüklükte bir delik açıncaya kadar, kayayı el tırnaklarıyla oymuş.”

O oyuk hâlâ ordadır ve Saz Gölü yıllar önce bütünüyle kuruyup bitkilerle kaplı bir araziye dönüştüğü için, insanlar kayanın üzerine tırmanır ve o kovuktan bütün araziye göz atabilir. Kumokums, günün birinde mutlaka uyanacak ve geri dönecek!

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu
Kapalı

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklamların gösterimine izin veriniz. Bu siteyi ayakta tutabilmek için gereklidir. Please allow ads to be displayed. This is necessary to keep the site up and running.