Bilim

Yeniden Yabanileştirme Nedir?

Yeniden yabanileştirme (İng: rewilding), özünde, insan faaliyetlerinden zarar görmüş ekosistemlere yeni bir soluk getirerek, doğanın karmaşık dokusunu onarmayı ve korumayı amaçlayan vizyoner bir yaklaşımdır.

Yeniden yabanileştirme, doğanın egemenliğini geri kazanmasına izin vererek yalnızca ekosistemleri canlandırmakla kalmaz, aynı zamanda hem çevreye hem de insanlığa sayısız fayda sağlar. Bu faydalar biyoçeşitliliği teşvik etmek ve iklim değişikliğini hafifletmekten, kendi refahımızı zenginleştirmeye kadar uzanmaktadır. Aynı zamanda yıllardır gerçekleştirdiğimiz bu tahribat üzerine kurulu yaşam stilimizin aksine doğal dünya ile uyumlu bir şekilde bir arada yaşamanın anahtarını da elinde tutmaktadır. Öyleyse, yeniden yabanileşmenin nasıl işlediğine ve gezegenimizin geleceği için nasıl bir dönüştürücü potansiyeli olduğuna hep birlikte yakından bir göz atalım.

Neden Yeniden Yabanileştirmeye İhtiyaç Duyuyoruz?

İlk okuyuşta biyoçeşitliliğin azalması olgusu çoğu insana anlamlı gelmese bile biyoçeşitlilik kaybının, insan üzerinde sandığımızdan çok daha fazla zararı vardır.[1]

Ormansızlaşma, kentleşme, yoğun tarım ve maalesef hızlandırılmış küresel ısınma gibi insan faaliyetleri, bozulmamış ekosistemlerin yok olmasına ve sayısız türün yer değiştirmesine yol açmıştır. Bunun sonucunda ortaya çıkan biyoçeşitlilik kaybı endişe verici, türlerin yok olma oranları eşi görülmemiş seviyelere ulaşmış ve ulaşmaya devam etmektedir. Tür çeşitliliğindeki bu azalma, yalnızca karmaşık yaşam ağını aşındırmakla kalmaz, aynı zamanda ekosistemlerin hassas dengesini de bozan bir unsur haline gelir. Dahası, iklim değişikliği, yaban hayatı ve ekosistemlerin karşılaştığı zorlukları şiddetlendirerek daha da zorlaştırmaktadır. Artan sıcaklıklar, değişen yağış modelleri ve aşırı hava olayları, türlerin dağılımı, göç modelleri ve uyum sağlama becerileri üzerinde hayati etkilere sahiptir. Habitatlarda ve ekolojik nişlerde iklim değişikliğinin neden olduğu değişimler, ekosistemleri daha da istikrarsızlaştırmakta, türleri yok olmaya doğru itmekte ve tüm ekosistemlerin dayanıklılığını azaltmaktadır.

İlgili Makaleler
Biyocoğrafya ile ilgili diğer içerikler ›

Amazon ormanlarındaki ormansızlaşma.
CNN

Avcılar veya tozlayıcılar gibi temel türlerin kaybı, ekosistemlerin bozulmasında derin sonuçlara yol açmaktadır. Örneğin ekosistemlerin yapısını ve işleyişini sürdürmede çok önemli roller oynayan kilit taşı türlerin yoklukları, bir domino etkisini yaratarak ekosistemlerde büyük dengesizliklere yol açabilir. Mesela, arılar ve güveler gibi tozlayıcıların azalması, birçok bitki türünün üreme yeteneğini tehdit eder ve tarımsal sistemlerin verimliliği üzerinde dalgalanmalarla birlikte potansiyel bir gıda güvenliği krizine neden olabilir. Nitekim günümüzde dahi, arı popülasyonlarının küresel bir biçimde azalması özellikle tarımsal üretimde ciddi kötü sonuçlar getirmektedir.[2], [3], [4]

Bütün bunlara ek olarak ekosistem tahribi ve biyoçeşitliliğin azalması önemli sosyo-ekonomik etkilere de sahiptir. Temiz su temini, hava arıtımı, iklim düzenlemesi ve toprak verimliliği gibi doğanın bize sunduğu hizmetler, insan refahı ve toplumların sürdürülebilirliği için gereklidir. Habitat tahribatı nedeniyle bütün bunların azalması yalnızca yerel toplulukları etkilemekle kalmaz, aynı zamanda ileride çok daha fazla etkisini göreceğimiz küresel sonuçları da doğurur. Aynı zamanda, her ne kadar önemsiz gibi gözükse de vahşi doğa, her yıl milyonlarca insanın ruh sağlığını korumaya yardımcı olan estetik özelliklere sahiptir. Dolayısıyla yeniden yabanileştirme ve benzeri teknikler daha fazla zaman kaybetmeden, açtığımız yaraları kapatma bağlamında bize bir ışık sunmaktadır.

Yeniden yabanileştirme kapsanan alanın büyüklüğüne ve eylemin ne kadar başarılı olduğu ile orantılı olarak, iklim değişikliğinin hafifletilmesine de yardımcı olabilir. Ekosistemler iyileştikçe, atmosferden önemli miktarda karbondioksiti ayırıp sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yardımcı olabilir. Hatta Colossal Biosciences gibi bazı kuruluşlar mamut gibi nesli tükenmiş canlıları hayata geri getirerek, eskinin step ekosistemlerini oluşturup iklim değişikliği ile mücadele etme amacındadır. Ancak tabii ki elimizdeki ekosistemleri korumak, mümkünse onarmak, eskiyi geri getirme çabasından daha kolay ve maliyetsizdir.

Yeniden Yabanileştirme Nedir?

Yeniden yabanileştirme, girişte de bahsettiğimiz üzere, doğanın dengesini yeniden kazanmasına ve gelişmesine izin vererek ekosistemleri eski haline getirmeye ve canlandırmaya odaklanan koruma ve arazi yönetimine yönelik bir yaklaşımdır. Karmaşık yaşam ağını yalnızca doğanın yararı için değil, aynı zamanda insanların iyiliği için de yeniden kurmayı amaçlayan bütüncül fakat uzun vadeli bir stratejidir. Yeniden yabanileştirmede kullanılan belirli yöntemler, peyzajın özelliklerine ve projenin hedeflerine bağlı olarak değişebilir. Habitat restorasyonu, yeniden yabanileştirmenin önemli bir bileşenidir. Bu bileşen, bozulmuş veya tahrip olmuş habitatların rehabilitasyonu ve iyileştirilmesine odaklanır aynı zamanda yerel türlerin ve ekolojik süreçlerin geri kazanılmasını destekleyen koşullar yaratmayı amaçlayan bir dizi faaliyetle de desteklenir.

Habitat restorasyonu süreci tipik olarak, toprak koşulları, su mevcudiyeti ve doğal flora ve fauna varlığı gibi faktörler de dahil olmak üzere hedef habitatın kapsamlı bir değerlendirmesiyle başlar. Bu değerlendirme, restorasyon için belirli zorlukların ve fırsatların belirlenmesine yani yol haritasının çıkarılmasına yardımcı olur ve bir hayli gereklidir. Neticede bir düşünün, eğer bitkilerin yok olduğu bir ortamı tekrar yeşillendirmek istiyorsak, toprak koşulları büyük önem taşıyacaktır. Çünkü bitkilerin nerede büyüyeceğini belirleyen faktörler, toprağın nem ve mineral içeriği, havalandırması ve mikroorganizmaların varlığı gibi unsurlardır. Çoğu bitki, besin ve su emilimi için bitkinin kök sistemiyle ayrılmaz bir şekilde ilişkili olan mikorizal mantarlarla simbiyotik yaşam içindedir. Bahsi geçen mantarlar, bitkilerin kökleriyle birleşerek besin ve minerallerin bitki tarafından alınmasına ve taşınmasına yardımcı olur. Bu simbiyotik ilişkiler genellikle türe özgü olduğundan yerli bitkilerin yeniden ortama uyum sağlamasında önem arz eder. Simbiyotik mantarlar olmaksızın, birçok yerli bitki, yerli olmayan türlerle göre zayıf rakip konumuna düşer çünkü yerli bitkiler, yerel mikorizal mantarlarla simbiyotik bir ilişki içinde olduklarından, bu mantarlar tarafından sağlanan besin ve su alımı avantajı elde ederler.

Mikoriza mantarları ve Ağaçlar arasındaki mutualist ilişki.
Mikoriza mantarları ve Ağaçlar arasındaki mutualist ilişki.
Wikimedia Commons

Yabancı bitkiler ise genellikle kendi kök sistemleriyle farklı mikorizal mantar türleriyle ilişki kurarlar veya bu ilişkiyi kurmazlar. Bu durumda, yerli bitkilerin yerli mikorizal mantarlarla olan simbiyotik ilişkisi, rekabet avantajı sağlar ve onların diğer bitkilerle daha güçlü rekabet etmelerini sağlar. Yani, simbiyotik mantarlar yerli bitkiler için önemli bir faktör olup, onlara ekolojik avantaj sağlarlar. Yabancı bitkiler ise bu avantaja sahip değillerdir, çünkü yerel mantarlarla uyumlu bir simbiyotik ilişki kuramazlar. Bu nedenle sıkılıkla, bitkilere doğru mikorizal mantarın aşılama yoluyla verilmesi gereklidir. Ek olarak, sağlıklı toprak besin zincirleri oluşturan ve toprağın havalanmasına yardımcı olan bakteriler ve solucanlar gibi toprak topluluğu üyeleri de bozulan yaşam alanlarına eklenebilir. Dolayısıyla habitata uygun mantar, bakteri ve solucan türlerinin bilgileri hususidir.[5]

Fakat ciddi derecede bozulmuş veya Madagaskar ve Avustralya’da olduğu gibi benzersiz faunalara sahip olan habitatlarda, uygun organizmalar hakkında bilgi bulunmayabilir veya organizmaların kendileri mevcut olmayabilir, bu da habitatın düzgün bir şekilde restore edilememesine neden olabilir.

Bazı durumlarda, habitat restorasyonu fiziksel çevrede değişiklikler gerektirebilir. Bu, birçok tür için hayati yaşam alanı sağlayan akarsular veya göletler gibi sulak alanların, doğal özelliklerin yeniden kazandırılmasını veya eski haline getirilmesini içerebilir. Ayrıca, istilacı bitki türlerinin kontrol altına alınması ve yeniden bitkilendirme gibi yöntemler de restorasyon sırasında sıkça kullanılır. Ancak her ortamın kendine özgü durumlarının bulunduğunu ve habitatın durumuna bağlı olarak kullanılan yöntemlerin çok çeşitlilik gösterebileceğini unutmamak önemlidir.

Habitat restorasyonu (ekolojik restorasyon) sayesinde habitatın nasıl değiştiğine güzel bir örnek.
Habitat restorasyonu (ekolojik restorasyon) sayesinde habitatın nasıl değiştiğine güzel bir örnek.
Society for ecological restoration

Yeniden yabanileştirmenin bir sonraki aşaması, özellikle yerel olarak soyu tükenmiş veya nesli tükenmekte olan türler yeniden üretilmesi ve ortama entegre edilmesidir (İng: Species reintroduction). Bu süreç yine bir analiz üzerine, hedef türün veya türlerin ekolojik gereksinimlerini, uygun habitatın mevcudiyetini ve mevcut ekosistemler üzerindeki potansiyel etkilerininin değerlendirilmesi üzerine başlar. Ayrıca popülasyon büyüklüğü, genetik çeşitlilik ve yeniden entegrasyonun başarısını etkileyebilecek herhangi bir tehdit veya avcının varlığı gibi faktörler de göz önünde bulundurlur. Tabii yeniden entegre edilen türlerin “istilacı tür” konumuna düşmesi de olası. Bu yüzden kapsamlı bir inceleme yapılmalıdır.

Planlama aşaması tamamlandıktan sonra, hedef türün bireyleri veya grupları, esaret altındaki bireylerden, diğer popülasyonlardan veya dikkatle seçilmiş donör popülasyonlardan özenle seçilir. Canlılar doğa ile buluşmadan önce, hayatta kalmalarını ve yeni ortama başarılı bir şekilde uyum sağlamalarını sağlamak için bir alışma ve koşullanma döneminden geçebilir. Bu durum, türün özel ihtiyaçlarına bağlı olarak salıverme öncesi eğitim, habitat hazırlığı ve ek gıda veya barınak sağlama gibi hazırlıkları içerisinde bulundurur. Zor bir işlem olduğundan ötürü, durum başarı şansını en üst düzeye çıkarmak için bilim insanları ve korumacı ekip tarafından dikkatlice yönetilir. Entegre edilecek bireyler, türüne ve entegrasyonun amaçlarına bağlı olarak, küçük gruplar veya tüm popülasyon olarak serbest bırakılır. İşlem gerçekleştikten sonra bireylerin davranışlarını, hareketlerini ve hayatta kalma oranlarını izlemek için genellikle radyo izleme, GPS tasmaları veya tuzak kamerası gibi izleme teknolojileri kullanılır.

Türlerin doğaya yeniden kazandırılması birazdan örneklerini göreceğimiz, büyük avcılar, otçullar, kuşlar, amfibiler ve bitkiler dahil olmak üzere çeşitli tehdit altındaki veya yerel olarak soyu tükenmiş türlerin popülasyonlarını eski haline getirmede başarı kazanmıştır. Ancak tahmin edeceğiniz üzere bu işlem sadece canlı türlerini korumaz. Ortamda kaybolmuş, predasyon, tozlaşma, tohum dağılımı gibi ekolojik süreçlerin de eski durumuna gelmesini sağlayabilir. Böylece, ekosistemlerin genel sağlığı ve biyolojik çeşitliliği üzerinde art arda gelen etkileri doğurur ve uzun vadeli dayanıklılıklarına katkıda bulunur.

Doğal Ortama Yeniden Kazandırılan Canlı Örnekleri Nelerdir?

Örneklere geçmeden önce, ekosistemde bulunan çeşitli rollere bakmakta fayda vardır, çünkü her canlı kendi ekosisteminde önemli bir rol oynar.[6] Mesela apeks yırtıcılar, genellikle otçul olan ve av durumundaki canlıların nüfusunu dengeleyerek ekosistemde önemli bir rol oynarlar. Bu yırtıcılar, yaşlı, hasta veya yaralı gibi savunmasız av popülasyonlarını ortadan kaldırarak, sağlıklı av popülasyonlarının hayatta kalması için daha fazla yiyecek sağlarlar. Apeks yırtıcılar ayrıca, av popülasyonları arasında hastalıkların yayılmasını kontrol ederek hastalık kontrolüne yardımcı olurlar. Böylece, hastalıkların diğer avlara yayılmasını engelleyerek av popülasyonlarının sağlığını korurlar.

Tüm bunlara ek olarak yırtıcıların yokluğu ile trofik kaskad etkileri ortaya çıkabilir (Trofik kaskad, bir ekosistemin üst düzey yırtıcılarının popülasyonunda meydana gelen değişikliklerin alt düzeylerdeki organizmalar ve türler üzerindeki etkilerini ifade eden bir kavramdır.). Bu durumda, takip eden trofik seviyedeki türler, bağımlı oldukları av popülasyonunda göreceli değişikliklere uğrar ve hayatta kalma şanslarını artırırlar. Apeks yırtıcıların varlığı ise, bu etkinin etkisini azaltarak ekosistemdeki dengeyi korur.

Görmüş olduğunuz basit bir besin zinciri şemasıdır. Bir besin zinciri tipik olarak beş veya altı gruba ayrılır. Besin zincirinin tabanını üreticiler (genellikle bitkiler) oluşturur. Ardından gördüğünüz çekirge birincil tüketicidir, daha sonra birincil tüketiciler ile beslenen ikincil tüketiciler gelir. Bu döngü yukarıda da görmüş olduğunuz üzere, üçüncül, dördüncül diye devam edebilir. En sonunda ise ölü organizmaları ve organik atık maddeleri parçalayarak besinleri ekosisteme geri kazandıran ayrıştırıcılar bulunur.
Görmüş olduğunuz basit bir besin zinciri şemasıdır. Bir besin zinciri tipik olarak beş veya altı gruba ayrılır. Besin zincirinin tabanını üreticiler (genellikle bitkiler) oluşturur. Ardından gördüğünüz çekirge birincil tüketicidir, daha sonra birincil tüketiciler ile beslenen ikincil tüketiciler gelir. Bu döngü yukarıda da görmüş olduğunuz üzere, üçüncül, dördüncül diye devam edebilir. En sonunda ise ölü organizmaları ve organik atık maddeleri parçalayarak besinleri ekosisteme geri kazandıran ayrıştırıcılar bulunur.
Vedantu

Bu duruma örnek olarak deniz samuru (Enhydra lutris) verilebilir. Deniz su samurları (Avrasya su samurlarıyla karıştırılmamalıdır) bir zamanlar Baja Yarımadası’ndan Kuzey Amerika’nın batı kıyısına kadar, Rusya’nın Uzak Doğusu ve Japonya’ya uzanan uzun bir bölge boyunca dağılım gösteriyordu. Ancak ne yazık ki kürkleri dolayısıyla aşırı avlandılar ve nesilleri neredeyse yok olma kıyısına geldi.[7] Nesillerinin %99’nu kaybeden deniz samurlarının nüfusu, 1911’de yapılan bir av yasağı sonucu yükselişe geçti. Ancak bu durum yeterli olmamıştı çünkü samurlar uzak yerlere göç etmemekteler, dolayısıyla orijinal habitatlarını yeniden doldurmaya yakın gözükmüyorlardı. Bunun sonucunda 1960’ların ortalarında biyologlar, deniz samurlarını Aleut Adaları’ndan Güneydoğu Alaska, Britanya Kolumbiyası, Washington, Oregon ve Kaliforniya’daki uygun habitatlara taşımaya karar verdiler ve bu durum epey başarılı oldu. Öyle ki bazı bölgelerde nüfus, %20’nin üzerinde bir oranda büyüdü. Ek olarak örneğin, sadece 400 civarında deniz samurunun doğaya salındığı Güneydoğu Alaska’da şu anda 25.000 deniz samuru bulunmaktadır.

Deniz samuru (Enhydra lutris).
Deniz samuru (Enhydra lutris).
90.3 Kazu

Bu canlılar besin ihtiyaçlarını deniz kestanesi ve benzeri omurgasızlar ile sağlarlar. Deniz kestanelerinin öğününü ise başlıca algler yani su yosunları oluşturur. Dolayısıyla yosun ormanları (İng: kelp forests) içerisinde beslenirler. Öte yandan yosun ormanları ise o topluluktaki balık popülasyonuna bağımlıdır. Su samuru sayısı azaldığında deniz kestanesi ve diğer omurgasızların popülasyonu artar ve haliyle besin ihtiyaçları da artar. Bu durum da, yine o topluluktaki balık popülasyonunu etkileyen yosun ormanlarının aşırı tüketilmesine yol açacaktır. İşte bu durum apeks yırtıcıların ekosistem için ne kadar gerekli olduğuna güzel bir örnektir.[8]

Kurtlar, elk sayılarını kontrol etmek amacıyla 1990'larda Yellowstone parkına yeniden salındı.
Kurtlar, elk sayılarını kontrol etmek amacıyla 1990’larda Yellowstone parkına yeniden salındı.
BBC News

Doğal ortama yeniden kazandırılmış olan en popüler örnek belki de Yellowstone ulusal parkına yeniden entegre edilmiş olan kurtlardır. 1920’li yıllarda aşırı avlanma sebebi ile parkta kurtların nesli tükenmişti. 1995 yılında Kanada, Alberta’daki Jasper Ulusal Parkı’ndan getirilen sekiz gri kurt doğaya salındı 1996 yılının sonuna kadar parktaki kurt sayısı 31 e yükselecekti.[9] [10] İlk başlarda bir çok insan bunun bir felaket ile sonuçlanacağını düşünmüştü. Bu endişenin sebebi kurtların yırtıcı olması dolayısıyla muhtemelen yerel çiftliklerden hayvan avlayabileceği gerçeğiydi. Ki bu gayet makul bir endişeydi çünkü tarihte bir çok defa artan kurt popülasyonlarının çiftlik hayvanlarını avlamasıyla ilgili birçok olay yaşanmıştır.

YIKICI POLİTİKA

Negri’nin hapislik ve sonrasındaki sürgün yıllarında kaleme aldığı Yıkıcı Politika yirmi birinci yüzyıla yöneltilmiş bir işaret fişeğidir. Bugünden bakıldığında, geçmişteki geleceği gözler önüne seren ve İmparatorluk ile Çokluk eserlerinin temellerinin atıldığı bir eser olmanın çok ötesindeki öngörüleriyle de bir baş yapıttır.

İtalyan işçici geleneğinin (operaismo) emeğin kurucu ve otonom gücüne vurgusu devam ettirilmekle birlikte, yüzyılın sonunda toplumsal mücadelelerde cisimleşen toplumsal işçinin doğuşu üretimin ve ekolojinin değişen niteliğinde aranır. Negri’ye göre toplumun her sathına yayılmış bu kurucu özne, entelektüel emeğin baskın üretim biçimi olduğu toplumsal fabrika koşullarının her fırsatta altını oyar. Bu yıkıcı uğrağın en belirgin özelliği ise, adeta Gezi ve benzeri birçok direnişin ortak öğesi, kolektif neşede ifadesini bulan proleter entelektüel öznelliklerdir.

Negri, 68’in mirasçısı olduğunu düşündüğü 86 öğrenci olaylarından hareketle devrimci teorisini hareketin içerisinde ve ötesindeki öngörüleriyle doğrular. Bu anlamda günümüzde hemen her ülkede rastladığımız faşizan ve otoriter pratiklerin kökleri nükleer devlet kavramsallaştırmasıyla ifade edilirken, ekolojik yıkımın nedenleri de yine sermayenin gerçek boyunduruk evresinin kaçınılmaz bir sonucu olarak değerlendirilir. Gerçek boyunduruk evresinde değerin ölçülemez boyutlara varan üretkenliği, Negri’ye göre, ancak ve ancak enflasyonist saldırılarla yeniden boyunduruk altına alınmaya çalışılır. Kapitalizmin son yüzyılda geçtiği evrelerin titizlikle ele alındığı çalışmanın asıl derdi, yine ve her zaman olduğu gibi, politik olanın otonomisinin nasıl kurulacağı, yani örgütlenmedir. Negri, tam da bu noktada, farklı siyasi geleneklerle hesaplaşmaya girerek, yıkıcı kuruculuğun temeli olarak barış mücadelesine çubuk büker. Devrimci bir teorisyenin hücresinden yirminci birinci yüzyılın ayak sesleri yankılanmaktadır .

Çevirisi tekrardan gözden geçirilip Negri’nin yeni önsözüyle genişletilmiş olan bu baskı, sadece geçmişin bir muhasebesi olarak değil, aynı zamanda bugünü anlamak için önemli bir rehberdir.

₺80.00

YIKICI POLİTİKA

Ancak yine de kurtların besin kaynaklarının büyük bir kısmını vahşi hayvanlar karşılar (Kuzey Amerika’da özellikle elk veya kanada geyiği). 2006 yılına gelindiğinde Yellowstone’daki geyik popülasyonu, kurtların parka ilk kez geri getirildiği zamanın yüzde 50’sine kadar geriledi. Günümüzde ise, elkler, çayırlar ve vadiler boyunca büyüyen bitkiler ve genç ağaçları aşırı otlamadığı için, park genelinde odunsu bitkilerin tekrar ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Odunsu bitkilerdeki artış ise , kurtların ortadan kaybolmasından sonra popülasyonları çok daha büyük hale gelen küçük memeliler için daha büyük bir habitat çeşitliliği sağlamıştır.[11]

Son bir örnek olarak, son gerçek vahşi atlar olarak tanımlanan Przewalski yaban atları da gayet başarılı bir şekilde yabana yeniden salınmıştır. Geçtiğimiz yüzyıllarda Orta Asya’nın bir çok yerinde bolca bulunan bu canlıların doğal popülasyonlarından sonuncusu 1969 yılının sonlarında Moğolistan’da yok olmuştur.[13], [14] 1990’lardan itibaren Przewalski’nin atını (bir diğer adı tahki) yeniden doğal yaşama kazandırmak için yoğun çabalar gösterildi. Yeniden yerleştirme için birincil yerlerden biri Moğolistan’daki Gobi Çölü ve Hustai Ulusal Parkı olarak belirlendi. Bu süreçte yazıda bahsetmiş olduğumuz bir çok süreç aktif olarak uygulandı. İlk olarak, Przewalski’nin atlarını hayvanat bahçeleri gibi kontrollü ortamlarda yetiştirmek ve büyütmek adına programlar oluşturuldu. Bu program, türün popülasyon büyüklüğünü ve genetik çeşitliliğini artırmaya yardımcı oldu. Öyle ki 12 bireyle başlayan popülasyon 1000 bireye ulaştı. Bunun ardından, bireyler vahşi doğaya yeniden salınmak üzere seçildi. Bu süreç, uygun habitatların dikkatli bir şekilde planlanması ve değerlendirilmesinin yanı sıra, gıda mevcudiyeti, su kaynakları ve yırtıcılardan korunma gibi faktörlerin dikkate alınmasını gerektiriyordu.

Serbest bırakılmadan önce, atlar kademeli olarak doğal ortama alıştırıldı. Yıllar boyunca, Przewalski’nin atlarının doğal ortamlarına iyi uyum sağlaması ve başarılı bir şekilde üremesi ile birkaç yeniden yerleştirme projesi olumlu sonuçlar verdi. Bu çabalar, sonucu 1996 yılında IUCN kırmızı listede doğada nesli tükenmiş durumuna düşen bu canlılar artık o statüden sıyrıldılar.[15] Takhiler her ne kadar artık vahşi doğada nesli tükenmiş sayılmıyor olsa da, tehlikede olmaya devam ediyorlar ve uzun vadeli hayatta kalmalarını ve genetik çeşitliliklerini sağlamak için koruma çabaları devam ediyor.

Przewalski Atı (Takhi).
Przewalski Atı (Takhi).
International Takhi Group

Elbette ki doğaya salınması başarılı olmuş canlılar, burada bahsettiklerimiz ile sınırlı değildir. Bu şekilde daha birçok başka hayvan bulunmaktadır. Yeniden yabanileştirme çabaları, dünya genelinde nadir veya tehdit altındaki türlerin popülasyonlarında olumlu bir artış sağlamıştır. Bu başarılardan bir tanesi de Avrupa’da gerçekleşmiştir. Avrupa’daki yeniden vahşileştirme çalışmaları hız kesmeden başarılı bir biçimde devam etmektedir. Son 40 yılda içlerinde, uzun yıllar boyunca soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış Avrupa bizonu, İber vaşağı, İber kurdu, Marsika Boz Ayısı gibi bir çok türün sayısı artırılmıştır ve artırılmaya devam etmektedir.[16]

Sonuç

Yeniden yabanileştirme, yalnızca ekosistemleri ve türleri eski haline getirmeyi değil, aynı zamanda hem vahşi yaşamı hem de insanlar için uyumlu ve sürdürülebilir bir geleceği teşvik eden, insanlığı, kökümüz olan doğal dünya ile barış içinde yaşatmayı amaçlayan güçlü ve umut verici bir koruma yaklaşımıdır. Ekosistemlerimizin yeniden toparlanmasına, temiz bir gelecek için ihtiyacımız vardır. Aksi taktirde gelecek on yıllarda ekolojik çöküşlerle karşı karşıya kalacak ve doğal kaynaklarımızı belki de geri dönülemez bir biçimde kaybedeceğiz. Ekosistemlerimizi korumak ve yenilemek, gelecek nesillerin de bu mirası sürdürmesini sağlamak bizim elimizde.

Kaynak

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu
Kapalı

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklamların gösterimine izin veriniz. Bu siteyi ayakta tutabilmek için gereklidir. Please allow ads to be displayed. This is necessary to keep the site up and running.