Kültür ve SanatHayata Dair

“Hiç gerçek olduğunu sandığın bir rüya gördün mü?”

“Bir zamanlar yeryüzünde bulunmadığının ve bir gün geldiğinde yine yeryüzünde olmayacağının bilincinde olan, ama yaşamaya ve mücadele etmeye, düşünmeye ve inanmaya ısrarla devam eden ve cesaretini kaybetmeyen “insan”ın hikâyesini anlatan bu ihtiyar kurt, belki de kir pas içindeki dünyamıza hâlâ uzaktan bir yerlerden bakıyordur. Kim bilir?”

1908 ve 2009 yılları arasında bu dünyayı şereflendirmiş olan, Fransız antropolog, etnolog ve yapısalcı antropolojinin önemli isimlerinden Claude Lévi-Strauss, (Minotor Kitap / Gökhan Yavuz Demir çevirisi) “Mit ve Anlam” adlı kitabında bu peşrevden veriyor selamını. “Tüm ihtiyar kurtlara saygılar!” diyerek geliyorum bu yazının öznesine ve meramına…

“Hiç gerçek olduğunu sandığın bir rüya gördün mü”

“Her dört yetişkinden biri uyku sorunları çekiyor. Son otuz yılda uyku ilaçları kullananların sayısı inanılmaz derecede arttı. Uykunun, tıpkı nefes alıp vermek gibi doğal bir şey olması gerekiyordu ama giderek daha tekinsiz bir metaya dönüşmeye başladı. Öyle değil mi?” diye soruyor İngiliz psikanalist ve yazar Darian Leader (Nova Kitap / Elvan Göçmen Ertem çevirisi) “Neden Uyuyamıyoruz? / İnsan Uykusunun Tarihi” adlı kitabında ve şöyle devam ediyor: “Uyku, sanayi devriminden cep telefonlarımızın mavi ışığına, rüya yorumlamanın antik sanatından Freud’un modern yaklaşımına kadar çok geniş sosyal kalıplarla, norm ve beklenti değişiklikleriyle ilişkilidir.”

Giriş taksimimizden de anlaşılacağı üzere bugünkü öznemiz üstat Leader, meramımız ise efsunlu bir hemhalde yaşamımda yer edinse de her daim aramızdaki ilişkiyi sevgi – nefret paralelinde tanımlayabileceğim “uyku”…

Kültürel, sosyal, ekonomik ve psikanalitik etkileri derlediği bu kitabında Leader, evrensel insan deneyimi hakkındaki gerçekleri gün yüzüne çıkararak insan uykusunun tarihine ve artık neden uyuyamıyormuşuz gibi göründüğümüze dair kısa ve etkileyici bir rehber sunuyor. Biz de bu rehber niteliğindeki kitap kapsamında Leader ile röportaja düştük…

İç ses: Psikanalist, yazar Leader’i; “İnsan Neden Hasta Olur?”, “Kadınlar Neden Yazdıkları Her Mektubu Göndermezler?”, “El” ve “Mona Lisa Kaçırıldı / Sanatın Bizden Gizledikleri” gibi kitaplarından veyahut Iain Forsyth ile Jane Pollard’ın ortak yazıp yönettiği, 2014 yapımı, müzikal-belgesel-drama filmi olan “20.000 Days On Earth”de, Nick Cave’e sorularından hatırlayanlarınız olabilir.

 “Uykunun tek bir altın standardı yok”

· Kitabınızı ilk elime aldığımda; uyku mevzusuna uzun yıllardır kafa yoran (ve uyuma mesaisi pek de iyi olmayan) bir fani olarak, sevdiğim iki üstadın tarifleri düştü aklıma. İlki, şair, yazar, çevirmen Cahit Sıtkı Tarancı’nın, “Çok da takılmıyorum bu uyku konusuna / Uyuyunca geçmeyen şeylerin olduğunu anladığımdan bu yana…” dizesi; diğeri ise Nietzsche’nin sözüydü, “Öyle kolay bir sanat değildir uyumak. Onun uğruna bütün gün uyanık durmak gerekir.” Kitaba geçmeden evvel sorum, sizin “uyku” ile derdiniz veya mevzunuz nedir?

Sorunuz hoşuma gitti, çünkü uykunun ne anlama geldiği asla kesin değildir! İnsan uykudayken etrafta dolaşabilir ya da bazı eylemleri gerçekleştirebilir ki bu da sabit bir uyku halinin tam tersi gibi görünüyor. Aslında, birkaç yüzyıl önce “uyku” genellikle “birinci uyku” ve “ikinci uyku” olarak ikiye ayrılırdı, bu nedenle sürekli bir uyku bloğu fikri çok daha yeni bir kavramdı. Bugün piyasa güçleri bize iyi uyuma ve uykunun ne olması gerektiği fikrini veriyor, bu da elbette giderek daha fazla insanın bunu doğru yapmadığı konusunda endişeli olduğu anlamına geliyor! Eskiden sadece bir avuç uyku bozukluğu çeşidi varken, bugün 70’in üzerinde uyku bozukluğu var! Uyuyamama biçimlerimiz çoğaldıkça, mükemmel ve kesintisiz bir uyku ideali pekişiyor ve bunu kendimizi yargılamak için kullanıyoruz – kitapta iddia ettiğim gibi büyük bir hata!

 · Adıyla ve içeriğiyle günümüz insanına cevaplar sunan “Neden Uyuyamıyoruz?”un ortaya çıkış serüveninden bahseder misiniz? Her biri aydınlatıcı olan on beş bölümden oluşan kitabı yazarken araştırmasını yaptığınız öncelikli konularınız, özneleriniz nelerdi? Yazım aşamasında ne tür enstrümanlardan yararlandınız?

Bu kitabı, tanıdığım hemen herkesin uyku sorunlarından şikâyetçi olduğunu fark edince yazdım. Hem popüler kültürde hem de bilimsel çalışmalarda uykunun tarihini araştırmak, uyku hakkında yaptığımız varsayımların çoğunun yanlış veya tek taraflı olduğunu gösteriyor. Uyku araştırmaları üzerine 19. yüzyıldan günümüze kadar pek çok kitap ve makale okudum ve pek çok kişiden de kendi uyku deneyimlerini aktarmalarını istedim. Uyku farklı insanlar için farklıdır ve tek bir altın standart yoktur.

“Hiç gerçek olduğunu sandığın bir rüya gördün mü”

· Kitabın yazım sürecinde ve araştırmasını yaparken dikkatinizi çeken neler oldu?

Pek çok şey vardı! Ancak “iki uykunun” bölünmesi özel bir öneme sahip. Gecenin ortasında uyanmak çok yakın zamana kadar bir patoloji ya da anormallik olarak görülmüyordu ve yüzyıllar boyunca insanlar kalkıp evdeki işlerini hallettikten sonra tekrar yatağa dönüyorlardı. 30’dan fazla dilde birinci ve ikinci uykuyu ayırt etmek için kullanılan terimler söz konusu, ancak bugün uykusu bölünen birinin sorun yaşadığını düşünüyoruz. Bunun çeşitli nedenleri olabilir -yeni iş etiği, fabrika planlaması, yapay aydınlatma, sanayi devriminin etkileri- yine de değişim kesinlikle gerçekleşti.

“Yeni bir uyku sorunu salgını mı var?”

· Adeta rehber niteliğindeki kitabınızda, son 30 yılda uyku ilaçları kullananların sayısının inanılmaz derecede arttığından bahsediyorsunuz… Uykuyla olan ilişkimiz insanlık tarihi boyunca tekrar tekrar gündeme geliyor ve her seferinde hem bireysel hem de kolektif psikolojimize dair yeni bir şeyler söylüyor. Bu durumu siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Uykuyu nasıl algıladığımız, sosyal ve kültürel değişimin bir barometresidir. Bir zamanlar manevi rehberlik ve anlam kaynağı olarak görülen uyku, giderek daha fazla para ödememiz gereken bir meta haline geldi. Sahip olmamız gereken ideal uyku genellikle büyük ölçüde imkânsız ve bu nedenle kendimizi eksik ve hatalı hisseder, suçlar ve bunu genellikle ilaçlar yoluyla düzeltmenin yollarını ararız. Bu da politikayı denklemden çıkararak uykuyu depolitize ediyor – sosyal çevremizden ziyade kendimizi suçluyoruz. Hayatımızın diğer pek çok alanında hem değerlendirildiğimiz hem de kendimizi değerlendirmeye zorlandığımız gibi, şimdi uykunun kendisi de günlük değerlendirmemizin ilk noktası haline geliyor. Uyandığımızda sadece gündelik işler hakkında endişelenmek için değil, her şeyden önce ihtiyacımız olan uyku süresini tamamlayıp tamamlamadığımızı değerlendirmek ve ardından kaçınılmaz olarak başarısızlığımızın sonuçları hakkında endişelenmek için uyanıyoruz. Birkaç onyıl önce, cumartesi gecesi düzenlenen varyete programlarında sanatçılar şarkı söyler ve dans ederdi, ancak bugün şarkı söyleme ve dans etmenin yanı sıra bir jüri heyeti de değerlendirme yapıyor. Bu acımasız değerlendirme kültürünün uykunun kendisini sömürgeleştirmesi ne kadar sürer?

· Yine kitaptan bir alıntıyla soruma geçmek isterim: “Uyku ile bellek arasındaki bağlantı 19. yüzyılda dikkatlice incelenmişti, ancak eski kuramlar sanki henüz keşfedilmiş gibi geri dönüyor. Uykubilim etrafındaki bu yeni heyecan kuşkusuz zamanla kaybolacak, yine de neden şimdilerde ortaya çıktığını sormamız gerekiyor. Sıkıntılarımıza dair bir tür evrensel açıklama bulmada o kadar çaresiz miyiz ki, insan hayatının bize yanıt veremeyen bir kısmına yöneliyoruz? Yoksa içinde yaşadığımız dijital çağın neden olduğu yeni bir uyku sorunu salgını mı var?” Bu tanımınızdan yola çıkarsak önünde sonunda insanlık bir cevabını veya çözümünü bulabilir mi sizce?

Mesele bir çözüm bulmaktan ziyade sorunu yeniden tanımlamak! Eskiden birinin uyuyamaması bir sorun olarak görülürken, bu durum 19. yüzyılın ortalarından sonlarına doğru gece yarısı uyanma sorununa dönüştü. Yani uyku “sorunu” değişti. Hatta buradaki asıl sorunun, bilim kisvesi altındaki ideolojiye karşı eleştirel olmayan tutumumuz, sözde uyku uzmanlarının bize söylediklerini sorgulamadan kabul etme şeklimiz olduğunu söyleyebiliriz. Hem popüler hem de daha uzmanlaşmış uyku bilimi, melatonin veya kortizol ya da REM uykusu hakkında genellikle aptalca ve yanlış iddialarla dolu; burada daha eleştirel bir tutum sergilememiz gerekir.

“Tavşan, uykulu olma eğilimindedir!”

· “Hiç gerçek olduğunu sandığın bir rüya gördün mü? Ya o uykudan hiç uyanmasaydın, rüya olduğunu nasıl anlayacaktın?” Kırmızı ve mavi renkli hap arasındaki ince çizgiyi çok önceleri keşfetmiş Morpheus, böyle diyordu fani Neo’ya “Matrix” filminde… Stephen Hawking’in -karadelik-ler mevzusuna ise hiç girmiyorum bile. Rüya ya da gerçek! Tam da bu güzergâhtan ilerleyince, Nietzsche’nin Zerdüşt’ünün şu sözü manidardır: “İnsan değil midir, binlerce yıllık değerleri, kültürleri, tabuları sırtında taşıyan, dayatılmış olanı kabul eden, seçme şansı bile olmadan o değerlerin içine doğan ve bunlara körü körüne bağlanıp, yıllarca devam ettiren… Uykusunda olan ve uykusundan uyanmak istemeyen… Aslında uykunun karşısında saygı ve utanç duyulmalı… Zor iştir uyumak, günde on kez kendini yenmen gerekir… On kez kendinle yeniden barışman gerekir. Günde on gerçek bulman gerekir.” Üstat, 1800’lü yılların sonunda Zerdüşt’e bunları söyletiyor; günümüzde bize ulaşan haliyle artık biliyoruz ki, şapkadan çıkan o tavşan, ya hep çok uykulu (uykudan başını kaldıramıyor, zira gündelik sorunlar hiç bitmiyor) ya da asla (yine gündelik o bitmeyen sorunlardan) uykuya geçemiyor… Siz yaşadığımız bu çağı ve insanlarını nasıl tanımlıyorsunuz?

Güzel bir soru daha! Evet, tavşan, uykulu olma eğilimindedir! Çoğu insan için iş güvencesinin azlığı, işe gidip gelmenin giderek uzaması, temel ihtiyaçların karşılanması konusunda güven eksikliği gibi modern yaşamın korkunç koşulları göz önüne alındığında, bu kadar çok insanın hem yorgun hem de uyuyamayacak kadar stresli olması pek de sürpriz değil. Ancak bunu içsel bir sorun olarak görmek yerine, buradaki sosyal bağlama ve etkilerine bakmamız gerekiyor. Toplumsal eşitsizlikler ve yoksunluklar bireysel başarısızlıklar olarak anlatıldı, böylece sorumluluk devlet ve kurumlarından ruhun kendisine kaydırıldı. Bu durum, yeni klinik kategori olan depresyonun yükselişiyle de uyum sağladı, genellikle de bireyin etrafındaki umut ve fırsat eksikliğinden ziyade onun yanlış düşünmesi sorumlu tutuldu.

 · Kitapta ilginç bir konu da uyku ile “suçluluk” ve “suçlama” ortaklığı… “Uykuyla ilgili bu işlemler hemen her zaman suçluluk ve suçlama etrafında döner. Vicdan… Hartmann’ın ifade ettiği gibi, bir doktordan uyku ilacı reçetesi almak, “Uyuman sorun değil” diyen ve böylece ihlaller için bağışlanma sağlayan bir ebeveyn figüründen izin almak anlamına gelebilir.” Biraz detaylandırabilir misiniz?

Uyku genellikle duayla, kişinin günahlarının ve kurtuluş getirecek işlerinin sıralanmasıyla başlatılır ve bitirilirdi – bu da bize suçluluğun uyku sürecindeki merkezi yerini gösterir. Uyuyabilmek için belki de suçluluk duygusunun bir şekilde işlenmesi, hafifletilmesi ya da askıda tutulması gerekiyor ve ben de kitapta bu soruları irdeliyorum. Uykusuzluğun klasik edebi tasvirleri gerçekten de neredeyse her zaman onu yanlış yapmış olmanın, bir şekilde günah işlemiş olmanın sonucu olarak tasvir eder, bu yüzden ancak günahlarımızdan arındığımızda nihayet uyuyabiliriz.

Yanlış yapmak bizi uyanık tutan şeydir. Bugün dünyanın pek çok yerinde dindarlık eskiye oranla çok daha az olsa da suçluluk sorunu hâlâ yaygın ve insanlar geceleri uyanıkken yapmadıkları ya da yanlış yaptıkları şeyleri düşünme eğilimindedirler… Yani aslında suçluluk sembollerini! Bugün, bu dini çerçevenin yokluğunda, yatmadan önce bir cinayetin belirli bir süre içinde düzgün bir şekilde çözüldüğü polisiye dizileri izlememiz bir tesadüf mü? Bu dizilerde bir suçu çözmenin en sık rastlanan nedeni kişinin kendi masumiyetini kanıtlamasıdır:

Suç kahramandan uzaklaştırılır ve sorumluluk başka bir yere yüklenir. Bu uyku öncesi aktiviteler vicdan tedavisi, suçluluğun dışsallaştırılması ve çözüm gibi görünüyor. Klasik koyun sayımı bile bu kaygıya ihanet eder: Bir çoban, koyunlarından birinin kaybolmadığından ve dolayısıyla kayıptan sorumlu olmadığından emin olmak için koyunlarını sayar.

Bizi uyanık tutan günün bitmemiş işleri, daha derin vicdan ve suçluluk sorunları için mükemmel bir mıknatıs görevi görür. Örneğin, ödenemeyen bir sevgi borcu, hiç dile getirilmemiş bir teşekkür veya sitem ya da büyükanne ve büyükbabalara, anne, babalara veya kardeşlere karşı yükümlülüklerin ihmal edilmesi. Anne babadan ayrılmak ve hatta onlar öldükten sonra hayatta kalmak bile bir borç duygusu yaratabilir.

“Hiç gerçek olduğunu sandığın bir rüya gördün mü”

“Uyku doğal bir durum değil!”

· Peki, gece uyku öncesi ritüel ve rutinleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Gece ritüellerimiz ve rutinlerimiz bunu tersine çevirmeye çalışır; sanki bir görevin üzerinden geçmek ihmal olasılığını, yapmadıklarımızı ya da başarısız olduklarımızı açıp kapatacakmış gibi. Yine de yattığımızda, günlük günahlarımız çoğalır ve bize eziyet eden bir hatayı, temel bir sorumluluğu somutlaştırmaya başlarlar.

· “Uyku da tıpkı dil gibi, öğrenmemiz gereken bir şey olabilir. Zira çocukluğumuzda uyumuyor, daha ziyade “uyutuluyoruz” ve daha sonraları yetişkinliğimizde de giderek daha karmaşık şekillerde “kendimizi uyutmak” zorunda kalıyoruz.” Bu tanımınız kafamda bambaşka algılar açtı. Okurlar için de biraz bu bölümden bahsedelim…

Evet, uyku doğal bir durum değildir! Genellikle 3 aylıktan itibaren nasıl uyuyacağımızı öğrenmek zorundayız ve eğer önce uyutuluyorsak, daha sonra da kendimizi uyutuyoruz, bu pasif değil aktif bir işlem. Uyuyabilmek için pek çok şey yapmamız gerekir; örneğin suçluluk ve kaygıyı tedavi etmek ve uykuyu mümkün kılacak yollar bulmak gibi. Bazı insanlar fanteziler kurar, bazıları nefes alma teknikleri uygular, bazıları sakin bir sahne hayal eder… Ama her zaman bir şeyler yaparız.

· Yakın gelecekte veya şu an hâlihazırda masanızda yeni bir kitap çalışmanız var mı?

Kasım ayında çıkacak olan yeni kitabımın adı “Is It Ever Just Sex?”. İnsanların cinselliği yaşarken ne yaptıklarını ve neden yaptıklarını detaylı bir şekilde inceliyor. Psikanalistlerin her zaman cinsellikle takıntılı oldukları hayal edildiğinden, bu konuda çok fazla soru sormaktan kaçınma eğilimindeyiz ve sonuç olarak giderek daha az şey biliyoruz! Bu kitapta analitik araştırmayı seksoloji ve cinsel pratikler tarihi alanındaki çalışmalarla birleştirmeye çalıştım. Bunu yazarken çok şey öğrendim ve cinselliğin ne olduğunu, onu nasıl yaşadığımızı araştırdım. Bedenle ilgili çocukluk inançlarımız daha sonra cinselliği yaşama biçimimiz üzerinde ne gibi sonuçlar doğuruyor? Ve neden uyarılma ile tatmin nadiren ilişkili?

Kaynak

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu
Kapalı

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklamların gösterimine izin veriniz. Bu siteyi ayakta tutabilmek için gereklidir. Please allow ads to be displayed. This is necessary to keep the site up and running.