Dünya TarihiTarih

Aydınlanma Çağı

Aydınlanma Çağı (Akıl Çağı) 17.yüzyılın sonlarından 18.yüzyılın sonlarına kadar olan dönemde Avrupa ve Kuzey Amerika’da yaşanmış bir düşünce devrim dönemidir. Aydınlanma hareketi, felsefe, bilim ve politikada yeni yaklaşımları içeriyordu. Herşeyden önce insanın akıl kapasitesi, bilgimizin genişletilebileceği, bireysel özgürlüğün korunabileceği ve insan mutluğunun güvence altına alınabileceği bir araç olarak savunulmuştur.

Aydınlanmanın Kökenleri

Aydınlanma Çağı genellikle 17.yüzyılın son çeyreği ile 18.yüzyılın son çeyreği arasındaki döneme tarihlenir. Rönesans Döneminde (1400-1600), entelektüel ve sanatçıların çalışmalarında ilham almak üzere antik çağlara baktıkları zaman, yurttaşlık erdeminin teşvik edilmesi, kişinin hem kendi iyiliği ve hem de toplum iyiliği için, yaşadıkları toplumun geleceği konusunda, var olan bütün potansiyellerini gerçekleştirmesi yönüne vurgu yapan Hümanis Hareketin ortaya çıktığnı görmüşlerdi.

Aydınlanma düşünceleri, bu kökler üzerinde yeşermiş ve kurum olarak Hıristiyan Kilisesinin günlük yaşantısını sürdürmesindeki geleneksel gücünü azaltmasına yol açan Protestan Reformu (1517-1648) gibi sosyal olayların gelişmesi sayesinde ilerleme kaydedip çiçek açmışlardı. Aydınlanmış düşünürlerin çoğu, iktidar yetkisi açısından, Kilisenin yerini almak istemeden daha fazla dini özgürlük ve hoşgörü olmasını arzu etmişlerdi.

Aydınlanma kavramı, o zamanlar Orta Çağ’ın “karanlığı” olarak görülen sosyal durumun karşıtı olarak “ışık” kavramından gelmiştir. Orta Çağın, belki de bir zamanlar düşünüldüğü kadar bundan böyle “karanlık” olmadığı artık ortaya çıkmıştı. Var olan temel gerçeklik; din olgusu, batıl inanç ve otoriteye saygı. Filozoflarının 17.yüzyılda bu kavramlara meydan okumaya başlamadan önce insan varoluşu bu döneme nüfuz zaten etmiştir. Yüzyıllardan beri tartışmasız olarak kabul gören geleneksel bilgeliği gerçek olarak kabul etmek artık mümkün olmuyordu.

İlgili Makaleler

AYDINLANMIŞ FİLOZOFLARIN, “ÖZGÜR DÜŞÜNENLER” OLARAK TANIMLANMALARI BOŞUNA OLMAMIŞTIR.

Göreceli olarak bu entelektüel özgürlüğün bu yeni amosferinde akıl; kabul gören geleneksel inanç sistemlerine meydan okumuştur. Tıpkı bilim insanlarının Doğa Yasalarını keşfetmek üzere Bilimsel Devrim sürecinde yürüttükleri pratik deneyler gibi, filozoflar da toplumda nasıl bir arada yaşamak gerektiği, nasıl erdemli olunabilineceği, en iyi yönetim biçiminin ne olduğu ve mutluluğu oluşturan şeyin ne olduğu gibi asırlık sorunlara çözüm yolu bulmak üzere akıl yürütme yöntemini uygulamaya istekliydiler. Bu akıl yürütme yöntemi, duyguya, batıl inanca ve korkuya karşı mantığın savaşı oluyordu.

Başlıca silahı da yaşanabilir iyi bir dünya için iyimserlik, hem özgürlük ve hem de kesin bir şekilde herşeyi sorgulama yeteneği oluyordu. Yeni aydınlanmış filozofların aynı zamanda “özgür düşünürler” olarak adlandırılmaları boşuna olmamıştı.

Aydınlanma Öncesi Düşünürler

Aydınlanma Çağı, filozofların çabalarıyla ileri bir aşamya taşınmış; ancak bazı şahsiyetlerin aynı zamanda felsefi nitelikte olmayan eserlerin yazarı oldukları ve hatta siyasetle uğraştıkları göz önünde alındığında, bugün onları entelektüel olarak tanımlamak daha doğru olur. Bu düşünürlerin, kabul gören geleneksel Orta Çağ düşüncesine meydan okuduklarını vurgulamak önemlidir, ancak, herkesin cevaplamaya çalıştığı sorulara bulunan cevaplar konusunda hiçbir zaman bir fikir birliğine varılamamıştı.

Kesin olan şu ki; bilgiyi inceleme ve oluşturma süreci, farklı yerlerdeki farklı aşamalardan oluşan uzun bir süreç oluyordu. Geriye dönüp baktığımızda, toplu olarak Aydınlanma adına verdiğimiz fikirler zincirini yeniden düzenleyebiliriz. Ancak o dönemde katılımcıları yeni bir düşünce akımına dâhil olduklarının farkındaydılar.

Leviathan Ön Sayfası

Abraham Bosse (Public Domain)

Aydınlanmanın Çağı, üzerine inşa edildiği temellerden bazılarını önceden oluşturdukları için sıklıkla “Aydınlanma Öncesi” filozoflar olarak adlandırılan bir grup düşünür vardı. Bu grup arasında Francis Bacon (1561-1626), Thomas Hobbes (1588-1679), René Descartes (1596-1650), Baruch Spinoza (1632-1677) ve John Locke (1632-1704) gibi şahsiyetler bulunmaktadır.

Francis Bacon, insanlığın, en sonunda doğanın bütün sınırlarını keşfedebilmesi ve kendini geliştirebilmesi için yeni bir birleşik ampirik deney (yani gözlem ve deneyim) ve paylaşılan veri toplama yöntemine olan ihtiyacına vurgu yapmış ve bu yaklaşımı birçok aydın filozof tarafından da benimsenmiştir. Bacon’ın, bilgimizin gerçekten doğru olup olmadığını görmek için test edilmesi gerektiğine dair düşünceleri ve hepimizin testi kendimize uygulaması halinde daha iyi bir dünya kurabileceğimize olan inancı da etkili olmuştur.

İngiliz siyasetçi ve düşünür Thomas Hobbes, toplum halinde bir araya gelmeden önce bir doğa durumu, yabani bir varoluş fikrini öne sürmüştür. Filozof Hobbes’a göre, vatandaşların toplum güvenliğini kazanmak üzere bazı özgörlüklerden fedakârlık etmeleri gerektiği düşünüyordu ve bu fedekarlığı, kendi aralarında bir toplumsal sözleşme, yani belirli bir ortak davranış kurallarını geliştirme ve uyma konusunda kollektif bir sözbirliği oluşturmalarından dolayı yapıyorlardı.

Ayrıca, insanların tamamen kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiği insan doğasına ilişkin kötümser görüşü nedeniyle, çok güçlü bir siyasi otoritenin, Kutsal Kitapta geçen canavar adını taşıyan Leviathan olarak tanımladığı bir yönetim yapısının gerekli olduğuna inanıyordu. Bu fikirler, Hobbes’un felsefeyi, ahlakı ve politikayı dinden ayırma çabasına, Aydınlanma Çağı düşünürlerine ya destek olarak ya da alternatif modeller sunma konusunda ilham vermiştir.

Fransız rasyonalist filozof Descartes, bütün bilgilerin şüpheye tabi tutulması gerektiğini, çünkü duyularımızın güvenilmez olduğunu, rüya görüyor olabileceğimizi veya kötü bir iblisin yarattığı bir aldatmaca içinde yaşıyor olabileceğimizi öne sürmüştür. Filozof Descartes’ın şüphe metodunu her şeye uygulama sonucu, onun şüphe götürmez hakkikatın kurucu ilkesi olmuştur: “Cogito, ergo sum” (Düşünüyorum, öyleyse varım).

Descartes’ın fikirlerinden, Kartezyenizm ve zihin/ruh ile bedenin (veya maddenin) iki ayrı şeyler oldukları, ancak, düşünürlerin henüz belirleyemedikleri bir şekilde birbirleriyle etkileşime girdikleri görüşü ortaya çıkmıştı. Bazı eleştirmenler, Descartes’in şüpheleri avlamasının saçmalıklara ve topyekün şüpheciliğe yol açabileceğini belirtmiş olsalar da, onun stratejisi aslında Aydınlanma Çağı için çok önemli olmuştur. O zamandan beri, her şeyi sorgulamak, önceki nesillerden miras aldığımız bilginin değerini olduğu gibi dikkate almamak, aslında bilim değil, yalnızca inanç olduğu ortaya çıkmıştır

René Descartes
Rene Descartes

Dedden ()

Hollandalı filozof Baruch Spinoza batıl inançları eleştirerek saldırmış ve Tanrı’nın, geleneksel düşünceye göre, insan ilişkilerine karışma rolüne meydan okumuş ve Tanrı’nın günlük yaşantımıza müdahale etmediğini öne savunmuştur. Rasyonalizm ile metafizik alanlarını birleştiren filozof Spinoza, bilime büyük ilgi duyuyordu, aklımızı kullanarak ve doğayı inceleyerek kendimizi ve ilahi olanı daha iyi tanıyabileceğimize inanıyordu. Spinoza, ayrıca, daha fazla dini hoşgörü çağrısında da bulunmuştur.

İngiliz filozof John Locke, belirli özgürlükleri, özellikle de doğal bir hak olarak gördüğü (yani bir hükümet veya düzenlenen bir yasayla verilmeyen) mülkiyet hakkına sahip olmayı garanti altına almak üzere devlet gücüne sınırlama getirilmesi gerektiğini savunmuştur. Locke’un savunduğu mükemmel devlet sis John Locke düşüncesine göre, tayin edilen hükümet, vatandaş haklarını koruma görevini yerine getirmemesi halinde, vatandaşların da hükümeti devirebilme hakkı vardır. Locke, insanların ortak bir fayda amacıyla birlikte çalışabileceklerini düşünüyordu.

Locke, bireylerin, mutlak bir hükümdar veya Kilise gibi kurumlardan daha önemli olduklarına inanıyordu. Bütün vatandaşların eşit haklara sahip olduklarına ve devletin de vatandaşlarını mantıklı ve hoşgörülü vatandaşlar olarak eğitip yetiştirmesi gerektiğini düşünüyordu. Filozf Locke’un fikirleri, yalnızca diğer düşünürlere ilham vermekle kalmamış, belki de diğer düşünürlerden daha fazla, aynı zamanda, yaşanan gerçek dünya olayları üzerinde de etkili olmuştur.

Aydınlanma dönemini etkileyen başka pek çok düşünür de vardı ama yerimiz onların çalışmalarına değinmeye uygun değildir. Tüm bilgilerin birbirine bağlı olduğuna inanan Alman bilge Gottfried Wilhelm Leibniz (1646 -1716) gibi düşünürler de vardı. Kısacası, uluslararası düşünürlerden oluşan bir grup, Aydınlanma süreci temel oyun kartlarını, oyuna daha başlamadan hazır bulmuşlardı. Daha sonra gelen filozoflar, insanların nasıl yaşamaları ve bilgiyi nasıl edinmeleri gerektiği konusunda başarılı olan eli ararlarken, sözkonusu kartları yeniden karmış, bazıları seçimlerini yaparlarken, diğerleri reddetmişlerdir.

Aydınlanma Dönemi 10 Önemli Döşünürleri

Aydınlanma temelini atan yeni bir düşünür dalgası, Batı Bilimi yeni bir yapısını inşa etemeye girişmişlerdi. Birbirleriyel hemfikir oldukları sıklıkta, fikir ayrılığına da düşen bütüm bu düşünürlerin ortak hedefi, yaşanacak daha iyi bir dünya bulmak olmuştu.

Newton's Copy of Principia
Newton’un Principia Kopyası

Andrew Dunn ()

Aydınlanma Dönemi ilk temel metinlerinden biri Isaac Newton’un (1642-1727) 1687 yılında yayınladığı Principia Mathematica adlı eseri olmuştur. Newton’un bu kitabı birçok açıdan Bilimsel Devrim’in doruk noktası olup içinde yaşadığımız dünyanın anlaşılabileceği ve bu amaç için en iyi aracın bilim, özellikle de matematik olduğu görüşünü savunmuştur.

Newton, yerçekimi kuvvetini (ve diğerleri) keşfettiği zaman deneyciliğin ve tümdengelim yönteminin bilgiyi artırmanın en iyi yöntemleri olduğunu göstermiştir. Filozoflar bu çalışma yöntemini kendi çalışmalarında benimsemişlerdi. Newton, ayrıca, filozofların insan toplumunda yeniden yaratmaya çalıştığı bir şey olan doğada uyum ve düzenin olduğunu da göstermiştir.

Fransız filozof Montesquieu (1689-1757) çoğunlukla otoriter yönetimden kaçınmakla ilgileniyordu. Locke’un ötesine, geçerek siyaset tarihi araştırmasını yapmış – esasen siyaset biliminin temelini de atmıştır – yürütme, yasama ve yargı erkleri arasında kuvvetler ayrılığını açık bir şekilde dile getirmiştir. Bireysel özgürlüğün yasalarla, hükümet dışı müdahale katkılarıyla ve toplumsal hoşgörüyle karunmasını savunan diğer bir düşünürr olmuştur. Aydınlanmış pekçok düşünürün Düzenle yüzleşmek zorunda kaldığı savaş konusundsanda okuyucusuna fikir veren eser; Montesquieu’nun Kanunların Ruhu adlı eseri 1751 yılında Katolik Kilisesinin Yasaklanmış Kitaplar Endeksine konulmuştu.

Fransız filozof ve yazar Voltaire (1694-1778) “çağdaşlarına göre Aydınlanmayı diğerlerinden daha fazla temsil ediyordu” (Chisick,430). Orijinal bir filozof olmanın yanı sıra, eski tutumları yok eden Voltaire, Katolik bhgücümüzü ve ahlaki bir davranış sergilememiz için doğuştan gelen kapasitemizi savunuyordu. Voltaire, ayrıca, toplumun sorunlarına pratik çözümler üretemedikleri için filozofları eleştiriyordu.

David Hume (1711-1776), insan doğasına ilişkin olumlu bir görüş sunan İskoç bir filozftu, David Hume göre, hepimiz bir sempati kapasitesine ve doğal bir ahlak anlayışına sahibiz, dinin yararlılığı konusunda şüpheci bir görüşü vardı. Hume, bilginin yalnızca deneyim ve gözlemden geldiğine düşünüyordu ama aynı zamanda asla bilemeyeceğimiz bazı şeylerin olduğunu da kabul etmişti; örneğin, dünyada neden kötülük vardır? David Hume, akıl kavramı alanını, duyguyu da kapsayacak şekilde genişletmiştir.

Jean-Jacques Rousseau Portrait
Jean-Jacques Rousseau Portresi

Maurice Quentin de La Tour  ()

İsviçreli düşünür, Jean-Jacques Rousseau (1712-1778), doğal durumdaki insanların özgür ve eşit oldukları, iki temel içgüdüye de sahip olduklarını belirterek filozof Hobbes ve Locke çalışmalarını harmanlayarak katkıda bulunmuştur: Kendini koruma duygusu ve başkalarına acıma düşüncesi. İnsanlar, rızaya dayanan ve toplumun nihai amacının ortak fayda olduğu bir toplulukta bir araya gelmelidirler.

Rousseau’ya göre genel irade, bireylerin bir sonraki en iyi seçeneğe ulaşmak üzere tam özgürlüğü feda ettikleri bir uzlaşmadır: Hiçbir özgörlüğün olmadığı bir durumdan kaçınmak üzere özgürlük alanının kısıtlanması. Genel irade ne olursa olsun, doğru olan budur.

Rousseau, istemeden hata yapabileceği durumlarda halkın genel iradesine rehberlik edecek ve ona göre toplumun talihsiz bir yaratımı olan mülkiyeti koruyacak bir yasalar sistemine ve güçlü bir hükümete olan ihtiyacın farkındadır. Rousseau, aynı zamanda, devletin eğitim yoluyla vatandaşlarını topluluk yaşamına daha az çıkarcı bir yaklaşım benimsemeye teşvik etmesini sağlayarak toplumu bariz eşitsizliklerden kurtarmakla da ilgileniyordu.

Fransız filozof Denis Diderot’nun (1713-1784) düşünceleri; bireysel özerkliğe hümanist bir inanç, modern, dinsel olmayan, mümkünse bilimsel argüman ve yöntemlerin olumlu bir şekilde kullanılmasıyla, asırlık bilgi birikimine dayanarak batıl inanç ve eski bilgilere meydan okuma olarak özetlenebilir.

Denis Diderot, genellikle “Aydınlanmanın Kutsal Kitabı olarak tanımlanan ve tarihçi yazar N. Hampson tarafından “siyaset, felsefe ve din üzerine ‘aydınlanmış’ görüşlerin bir antoljisi” olarak özetlenen çok ciltli Ansiklopedinin de editörüydü (86). Diderot, hem Büyük Katerina’ya (Rusya’nın İmparatoriçe Naibi, 1762-1796) ve hem de Prusya Kralı Büyük Frederick’e (1712-1786) danışmanlık yaparak zamanını değerlendirmiştir; danışmanlık yaptığı bu şahsiyetler “Aydınlanmış depotların” örnek kişileri olmuşlardı.

Adam Smith (1723-1790), İskoç filozof ve ekonomist. Ekonominin bir bilim olduğuna ve “Görünmez El” olarak tanımlanan belirli yasaları takibettiğine inanıyordu. Bu yasalar, diğer doğa yasaları gibi, akıl yolu kullanılarak keşfedilebilir. Adam Smith, serbest ticaret ve liberal ekonominin kurucusu olduğu sıfatıyla, hükümetin piyasalara sınırlı müdahele etme çağrısında bulunmuştur. Tarihçi yazar A.Gottlieb, filozof yazar Smith’in Ulusların Zenginliği adlı eserini “modern ekonominin kurucu metni” olarak tanımlamıştır (198).

Alman filozof Immanuel Kant (1724-1804), bazı bilgilerin duyulardan bağımsız olması gerektiğine inandığı için Aydınlanma düşüncesine deneycilik/ampirisizm ve rasyonelizmin hâkimiyetine meydan okumuştur; verilen örnekler arasında zaman ve mekân kavramlarımız da yer alır. Bu bilgiler, a priori bilgiler olup doğrudan deneyimlenmeden düşünebileceğimiz şeylerdir.

Sonuç olarak, Immanuel Kant, felsefenin odağını genel kavram ve kategorilerin incelenmesine taşımıştır. Filozof Kant, Etik alanında, ahlaki değerlerin, tesadüfi olabilecek eylemlerin sonuçlarından değil de, kişinin niyetlerinden kaynaklandığını belirtmiştir. İyi eylemler, kategorik zorunluklar olarak adlandırdığı “asla yalan söyleme” gibi istisnasız kurallara uymaktan kaynaklanır. Filozof Kant ayrıca, uluslararasında hoşgörü, eğitim ve işbirliğinin de gerekliliğini vurgulamıştır.

Immanuel Kant, c. 1790
Immanuel Kant, yaklaşık 1790

Unknown Artist ()

Edmund Burke (1729-1797), dini alanlar da dâhil omak üzere, herhangi bir ulus ve kurumun zengin ve uzun bir tarihi geçmişin ürünü olduğunu ve bu nedenle belirli bir neslin, güvenliğimizin ve özgürlüğümüzün zaman içinde test edilmiş koruyucularını öylece bir kenara atmaması gerektiğini belirtmiştir. Edmund Burke, ayrıca sezgi ve hayal gücünün de dünyamızı anlamada akıl kadar önemli araçlar olduklarını düşünüyordu.

Thomas Paine (1737-1809), Common Sense başlıklı broşüründe, Amerikan kolonilerine, İngiliz yönetimine karşı isyan etme çağrısında bulunmuştur. Thomas Paine, köleliği kınamış, her türlü ayrıcalığa karşı durmuş, bütün insanların eşit olduğuna, oy kullanma hakkına sahip olması gerektiğine inanmış ve daha adil bir toplumu finanse edebilecek artan oranlı bir vergilendirme sistemi çağrısında bulunmuştur.

Bu makalede, sadece aydınlanmış 10 düşünürü ele aldık, elbette çok daha fazlası da vardır. Ama ne yazık ki mevcut yerimiz, diğer aydınlar hakkında söz etmemize imkân verir nitelikte değildir. Aydınlanma düşüncesini pratik gündelik sorunlara uygulama eğilimi devam etmiştir.

Cesare Beccaria (1738-1794) hapishane reformu ve suçlulara verilen aşırı cezaların sone erdirilmesi çağrısında bulunmuştu. Mary Wollstonecraft (1759-1797) erkek ve kadın için eşit eğitim fırsatı çağrısında bulunmuş ve kadınların durumunu iyileştirmenin topluma faydalarını vurgulamıştı. Jeremy Betham (1748-1832), faydacılığın ve “en büyük sayı, en büyük mutluluk ilkesi” ile yeni yasaların başarısını ölçmenin yolunu önermiştir.

Daha iyi bir dünya düşünmek Aydınlanmanın öncelikli hedefiydi, ancak 18.yüzyılda zaman ilerledikçe bu hedefe ulşamka yeni öncelik haline geşlmişti.

Düşüncelerin Harika bir Karışmı

Düşüncelerin yayılması ve kök salması için entelektüeller arasında etkileşimin olması gerekiyordu ve bu etkileşim, sadece fiziksel olarak birbirlerini ziyaret etmelerinin ötesinde, birçok yeni yöntemle sağlanmıştır. Matbaa, yalnzca kitapların nisbetten ucuza dağıtılmasına değil, aynı zamanda bilimsel incelemelerin, hazırlanan broşür ve dergilerin de dağıtılmasına da olanak sağlamıştır.

Avrupa’da daha önce hiç bu kadar çok kart dağıtılmamıştı. Fikirler ve belki daha önemlisi, bu fikirlere yönelik eleştirel tepkiler ve dolayısıyla daha fazla fikrin teşvik edilmesi her zamankinden daha hızlı yayılabilir.

Salon of Madame Geoffrin
Madame Geoffrin Salonu

Anocet Lemonnier ()

Entelektuellerin aralarında etkileşim kurmalarının başka bir yolu da, kurum içi dergilerde makalelerin yayınladığı, toplantı ve tartışmaların yapıldığı akademilerin ve toplulukların yükseliş sürecine geçmeleri olmuştu. İnsanlar, yeni fikirleri tartışmak üzere kahvehanelerde buluşmuşlardı. Fikirleri yaymanın başka bir yolu da özellikle Paris’te salonlar olmuş ve çok zaman geçmeden fikirler herbir yere yayılmışlardı.

Çoğu zaman, yöneticilerinin kadınlar olduğu bu buluşma yeri salonlar, yalnızca entelektüeller arasında değil, aynı zamanda, toplumun farklı kesimleri arasında da fikirlerin aktarımına olanak sağlamıştı. Filozoflar, sanatçılar, politikacılar ve iş insanları, belki de ilk kez, gayri resmi olarak bir araya gelme fırsatı bulmuşlardı. Dahası, entelektüel ve sanat yaratıcılar artık aristokratlarla ve büyük zenginliklere sahip olanlarla buluşabildikleri için, söz konusu salonlarda toplumun farklı düzeylerinden meydana gelen bir miktar sosyal karışım bile vardı; bu toplantılar genellikle patronajla sonuçlanmış ve böylece daha fazla fikir yaratılabilmişti.

Aydınlanma Etkisi

Aydınlanmış düşünürlerin temel fikirlerinden biri, insan varlığının, insan çabasıyla geliştirilebileceği inancıydı. Bilim ve teknolojideki gelişmelerin yanı sıra siyaset felsefesindeki ilerici düşünce, herkes için daha iyi bir yaşam standardına ulaşılabileceği anlamına geliyordu.

Toplumdaki eşitsizlikleri azaltan, kıtlık, hastallık ve yoksulluk gibi olumsuz ama her yerde mevcut olguların etkisini azaltan reformlar savunulmuştu. Reformcular, daha fazla gencin okula gidebilmesi ve doğal muhakeme yeteneklerini geliştirmesi, daha iyi vatandaş olabilmesi için eğitim sürecinden geçerek gerçek bir değişiklik yapılması çağrısında bulunmuşlardı.

Yeni liberalizm politikasında bireylerin kendi özgürlük ve mutluluklarının peşinde koşmalarına izin verilmesi gerektiği gibi, burada bırakınız yapsınlar ekonomisi fikri, yani ekonominin piyasaların gerektirdiği şekilde gelişmesine izin vermek üzere hükümet müdahalesinin en aza indirilmesi fikri geliştirilmişti. Modern liberal demokrasileri, Orta Çağ toplumlarından bariz bir farkla, sosyal yaşam bazı alanlarının devletin işi olmadığı yönündeki Aydınlanma fikrine dayanmaktadır.

Aydınlanmanın bu genel sonuçlarına belirli pratik sonuçlar da eklenebilir. Aydınlanma uzmanı tarihçi yazar N.Hampson’un belirtiği üzere, Aydınlanmayı yalnızca entelektüel terimlerle incelemenin tehlikeli yanı; “Aydınlanmanın genel olarak her şey olduğu ve özel olarak hiçbir şey olmadığı” sonucuna varılmasına yol açabilir olmasıdır (Cameron, 296).

Bazı pratik ayrıntılar arasında heretiklere yönelik zulmün sona ermesi, cadıların artık kazıkta yakılmaması, serflik düzeninin son aşamasına gelmesi ve işkencenin adli süreçlerden kaldırılması yer alır. Köleliği ve ölüm cezasını sona erdirmek üzere güçlü hareketler vardı. Başta Fransa olmak üzere bazı yerlerde Kilise Kurumu resmi olarak devletten ayrılmıştı. Daha fazla üniversite ve kütüphane kurulmuş, seçim siteminde daha fazla adalet sağlanmıştı.

Bilimde kaydadilen ilerlemenin etkisi İngiltere Sanayi Devriminde (1760-1840) ve onun dünya çapındaki benzerlerinde görülecektir. Pekçok aydınlanmış düşünür, ortak iyiliğe karşı çıkan dizginsiz bireycilik, büyük insan gruplarını yabancılaştıran ve çevreyi yok eden azınlıklar kontrolündeki teknolojik gelişme gibi “ilerlemenin” daha karanlık tarafını da öngörmüşlerdi.

An Allegory of the Revolution
Bir Devrim Alegorisi

Nicolas Henri Jeaurat de Bertry ()

Daha iyi bir geleceği şekillendirebileceklerine inananlar yalnızca entelektüeller değillerdi. Entelektüellerin yüksek fikirlerinin alt sınıflara ulaşması uzun zaman almış, ama eninde sonunda aşağıya doğru yayılmışlardı. Artık her sınıftan sıradan insan, hayattaki payını ve içinde yaşadığı siyasi sistemi iyileştirmek üzere doğrudan eyleme geçmeyi düşünüyordu.

Daha iyi bir dünya için yapılan bu eylemin en açık iki örneği Fransız Devrimi ve Amerikan Devrim Savaşı olmuştu. Her iki olayda da devrimciler aydınlanmış filozofların çalışmalarından ilham almış ve eserlerinden sıklıkla alıntı yapmışlardır: Fransız Halklar Bildirgesi ve ABD Bağımsızlık Bildirgesi gibi devrim niteliğindeki belgeler, bu filozofların kullandığı “devredilmez haklar” ve “mutluluk arayışı” söylemleri konu edinmişlerdi.

Aydınlanmanın Eleştirisi

Sanat gibi bazı alanlarda Aydınlanmaya ve aklın yeni hâkimiyetine karşı niteliğinde bir tepki meydana gelmişti. Bu tepki en açık şekilde Romantizm dediğimiz hareket (1775-1830) olmuştu; bu akımda edebiyat ve sanatta duygusal, kendiliğinden ifadenin yeni formlarına ve tarzlarına ağırlık verilmişti.

Aydınlanmanın diğer eleştirmenleri, bireylere aşırı vurgu yapıldığına işaret ederlerken, aynı zamanda güçlü bir devlet yapısının olması gibi çelişkili sonuçların olmasından dan yakınıyorlardı. Eleştiriler; kültürel geleneklerin reddedilmesi, iman ve dini inanç değerlerinin düşürülmesi, ekonomik, bilimsel ve teknolojik ‘ilerlemenin’ aslında insanlığımız açısından yalnızca ‘gerileme’ olduğunu ve Avrupa merkezli filozofların farklı yerlerdeki (hatta aynı yerde) insanları farklı kılan şeyin ne olduğu konusunda habersiz olduklarını gösteriyor.

Kısacası, Aydınlanma, ister Holokost, isterse Brezilya yağmur ormanlarının yok edilmesi olsun, modernitenin bütün kötülüklerden sorumlu olma yanı da vardır. Aydınlanmaya karşı bu tarzdan kapsamlı eleştiriler; ancak Aydınlanmanın tamamıyla homojen bir fikirler koleksiyonu olarak ele alınması durumunda yapılabilir ve pek çok tarihçi de buna zaten karşı çıkmıştır; bu makalenin de umutla karşı olduğu bir konu.

21.yüzyıla gelindiğinde Aydınlanmanın başarıları; özellikle de özgürlük, düşünce özgörlüğü ve hoşgörü pek çok yerde hala varlığını sürdürüyordu, ancak kesinlikle her yerde değildi. Tarihçi yazar H.Chisick’ın de belirttiği üzere bu özgürlükler, ırkçılık, siyasi aşırılık ve dini fanatizm gibi her zaman mevcut olan tehditlere karşı bağışık değildi:

Görünüşe göre Aydınlanmanın temel değerleri bir kerede ve tamamen kazanılmıyor. Daha doğrusu, her kuşak ve her kültürün bu temelleri sahiplenmeleri gerekiyor, aksi takdirde bu temel değerler sular altında kalır ve kaybolurlar (160).

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu
Kapalı

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklamların gösterimine izin veriniz. Bu siteyi ayakta tutabilmek için gereklidir. Please allow ads to be displayed. This is necessary to keep the site up and running.